Zorluklar kişiliğin gelişimini, ”ben”in sağlıklı oluşumunu ve insanlaşmayı yaratır. Zorlu yollardan geçenlerin, zorluklarla savaşanların bacakları, beyinleri, duyguları ve düşünceleri çelikleşir ve güçlenirler. İnsanlık tarihi zoru başarmanın tarihidir. Yaşamın kendisi ve oluşumu zor ama harikulade güzelliktedir. Güzelliğin tasviri ise ancak ve ancak sanatın ve sanatçıların konusudur. Sanat çoğu zaman; daralan insan ruhunu bir nebzede olsa genişletme, ferahlatma, rahatlatma ve güzellik yaratma eylemidir. Zorlu günlerden, haftalardan ve aylardan geçiyoruz. Kâh insan ruhu daralıyor kâh gelişmeleri derinlemesine tefekkür ederek soluklanıyor.
Kutsal kitaplarda yeryüzü cenneti olarak tasvir edilen kucağında yaşadığımız kadim anavatanımız Dicle ve Fırat arası topraklarda yer alan ülkemiz. Tam bir asırdır ret, inkâr, asimilasyon, toplu kıyım, tenkit, tehcir savaş politikalarıyla adeta bir yeryüzü cehennemine çevrilmiş durumdadır. Bu vahşi, barbar zulüm ve bu gerçeğe karşı ayaklanma, başkaldırı ve isyan gerçeğinin yarattığı bir asırlık, ölme, öldürme insanlıktan çıkma, vahşet, yıkım, beyaz ve siyah soykırım, yokluk ve yoksulluk, adeta Kürt halkının makus talihi haline getirilmiş durumda. Milyonlarca insan cennet vatanlarını terk ederek, Avrupa, Amerika, Kanada ve dünyanın birçok ülkesinde mülteci durumuna düşmüş, işkence ve zindanlardan geçmişler. On binlerce insan hala siyasi tutsak olarak zindanlarda. Binlercesi otuz yıldan fazla süredir içeride.
Bu zulmü uygulayan red ve inkâr devletinden başkası değil. Bugün artık bu redci ve inkârcı devlet değişen dünya ve bölge dengeleri karşısında komşuları olan Irak, Suriye ve İran zulüm devletleri gibi yıkılma tehdidi ile karşı karşıya. Irkçı, redçi ve inkârcı devlet korkuyla iliklerine değin titremekte ve elindeki tüm imkanlarla yıkımını önlemeye çalışmaktadır. Eş zamanlı bir şekilde tüm kurtuluş butonlarına bir anda basılıyor. Bu ahval ve şeriat içerisinde aynı anda ayrımsız bir şekilde elindeki tüm enstrümanları savaş, barış, politika, diplomasi, uluslararası, bölgesel ilişkileri, İmralı, DEM PARTİ, Güney Kürdistan Hükümeti ve periferisindeki herkes ve herkesim ile görüşerek kendi yarattığı bu cehennemden kendi çıkarları temelinde bir çıkış yolu arıyor. Son tahlilde bu çok geç kalınmış bir kaçış, çıkış rampası arayışında dahi henüz netleşmiş, kararlaşmış, yekpare bir halde barış ve çözümden yana tavır almış değil. İçten içe dünya ve bölge dengelerinin Trump ile kendi lehine değişmesini ister ve bekler bir kararsızlıkla ikircikli bir durumdadır.
Türkiye, Batı ittifakı ile birlikte hareket edecek ki bu Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma” hedefidir. Bunun için Kürtlerle içte ve dışta çözümü ve barışı araması ve sağlaması gerekiyor. Ortadoğu’da Kürtler dışında Türk’ün tek bir dostu var mı? Örneğin komşularında kimlerle stratejik çıkarlar içerisinde bir dostluk ilişkisi var. Hiç kimse ile yok. Aynı topraklar üzerinde yaşayan Türkler ve Kürtler birbirleriyle eşitlik hukuku temelinde dost olmalı ve kalmalıdır. Birbirine çelme takarak engel değil. Bu bölgede bin yıldan bu yana Türk’ün varlığı Kürt ilişkisi Kürt dostluğuyla bakidir. Hiç kimse bunu unutmasın, inkâr etmesin ve bu tarihi ilişkiyi, bu sağlıklı ve sağlam dokuyu daha fazla tahrip etmesin.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde bundan tam dört yüz yıl önce Kürdistan’ın bin altı yüz aşiretiyle İran saldırılarından Osmanlı sınırlarını “tıpkı etten örülmüş bir kalkan duvarla çevreleyip koruduğunu” yazarak. “Allah’ım sen Kürdistanı’ hep var et” diye dua etmiştir. Türk karar alıcı aklı bu gerçekliği biliyor ve bugün akıllı davranmaları gerekiyor. Rojava’ya girmek Türk’e kazandırmaz. Birlik dokusu, Kürt, Türk eşitliğini perçinleyecek siyasi, hukuki, sosyal ve kültürel içerikli yapısal reformlar temelinde güçlendirilsin ve artık kopmaz bağlara dönüştürülsün. Kürdü itmek, ötekileştirmek ve yok etmeye çalışmak, Türkün kendi ayağına sıkmaktan farksızdır. Gün el sıkışmak, oturup konuşmak, barışmak, birleşmek, adalet ve eşitlik temelinde yaşamak ve geçmişle ilgili helalleşmek günüdür. Savaşarak ölmek ve öldürmek çözümsüzlüğü derinleştirir. Kaybeden Kürtler ve en çokta Türkler olur. Bu gerçeği bilerek savaşta ısrar etmenin aslında kendisini yok etmek anlamına geldiğini Kürt ve Türk toplumuna kaybettirmek için çalıştığını söyleme cesaretini gösterebilmeliyiz.
Bugün artık gün savaşanların değil, barış yapmasını bilenlerin kazanacağı gündür. Barış savaştan daha zordur. “Ne mutlu Barışı Sağlayanlara Çünkü Onlara Tanrı Oğulları denecek” İncil Matta 5:9. “Barış için koşanlar ve barışı kuranlar. Tanrının Çocuklarıdır.” Barışla yaşam kazanır. Savaşla ölüm. Öcalan’ın da tam 35 yıldır rüyam dediği ve yapmak istediği budur. Bugün en olumsuz koşullarda bile barış istiyor. İğneyle kuyu kazarcasına Barış için imkân ve olanakları geliştirmeyi tasarlıyor. Barış savaşçısı olmak istiyor. Bugün eğer inkâr devleti doğru bir dönüşüm yaşayarak barışa bir şans tanır ve barışa gerçek anlamda bir yol verirse, Kürtler ve Türkler büyük kazanırlar. Yok eğer değişime, dönüşüme karşı şu ana kadar durduğu gibi kaskatı durur. Değişim karşısında hala adeta taş kesilirse. O zaman değişen bu dünya ve bölge gerçekliği karşısında kırılır. Bu ikisi arası başka üçüncü bir şansı ve seçeneği de yoktur. O nedenle Kürtlerin çok fazla düşünmesine, endişe ve kaygı dolu yaşamasına gerek yoktur. Artık düşünecekse bırakalım birazda Türkler düşünsün.