Cumhurbaşkanlığı seçimi resmi olarak olmasa da bitti sayılır. Türk halkı dört eğilimi temsil eden partileri aracılığıyla Erdoğan’a sarılmış durumda. 28 Mayıs gecesi; olağanüstü mucize kavlinde bir gelişme olmazsa “Patates soğan hoş geldin Erdoğan!” Sloganları atılacak. Muhalefetin kazananı belirleyen konumu Sinan Oğan’a kaybetmesi. Sinan Oğan’ında diğer Türkiye sağcısı, solcusu, dindarı, dinsizi, derin devletçisi, sosyalisti, milliyetçisi, liberali, demokratı ve devşirmeleri gibi cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Devlet Bahçeli’ye karşı tüm eleştiri ve söylediklerine rağmen ikinci turda Erdoğan’ı destekleyeceğini açıklaması dengeleri değiştirdi. Aziz Sancar’ın aldığı Nobel kimya ödülünü getirip en iyi siz korursunuz diye Genelkurmay başkanına teslim etmesi gibi. Sinan’da “Bu ülkeyi en iyi Erdoğan yönetir ve koruyabilir. O nedenle seçmenlerine oylarınızı Erdoğan’a verin” dedi.
Türkiye’de herkes reisi destekliyor. Bir şekilde hemen hepsi yaptıkları ve yapmadıklarıyla Erdoğan’ı bir daha başkan yaptırmak için çalışıyor. Tıpkı HDP’nin yanlış strateji geliştirip birinci turda aday çıkarmamasının istenenin aksine Erdoğan’a yaraması. TİP’in kendi listesiyle seçime girerek onun ekmeğine yağ sürmesi gibi. Sinan’ın desteğiyle mevcut tabloda en az %52,50’yi garantileyen ve seçimin kazananı Erdoğan olacak. Bu seçimin bir diğer kazananı ise; oyları %0.01 ile %1,5 arası olan Deva, Gelecek, Saadet, Refah, Hüda-Par, vb küçük partiler oldu. Her biri bedavadan 3-5-10-15 vekil çıkardı. Yeni kurulacak hükümette Refah, Hüda Par, Sinan gibileri önemli bir güç ve etki kazandı.
Erdoğan, akılcı ve realist bir politika uygulamayı bildi. İrili ufaklı tüm partileri tamamen bağladı. Süleyman Demirel’in taktiğini mükemmel bir biçimde uyguladı. Kendisine en çok saldıran muhalefettin en sert vekilini Demirel, kendi partisine transfer ediyor. Soruyorlar “Bu adam en çok sana saldırıyor hatta küfrediyordu. Neden onu partine aldın?” Oda dönüp “Bu adam o kapıdayken bize havlıyordu. Onu alıp getirdim bizim kapıya bağladım. Şimdi artık karşı kapıya havlıyor.” Erdoğan’da kendisine havlayanları alıp kendi kapısına bağlıyor. Onlar da artık yeni efendileri için karşı kapıya havlıyorlar. İşte siyaset bu, hele hele sözüm ona Milliyetçi, Atatürkçü devşirmelerin Kemalizm, vatan, millet, bayrak siyaseti tam olarak böyle bir şey. Hemen her şey, tüm değerler yine aynı değer kavramları arkasına saklanılarak alınır ve satılır.
Erdoğan bir anlamda ülke siyasetinde ilke, ideoloji, değer yargılarının kalmadığını en iyi şekilde göstererek tersten herkese ahlak dersi veriyor. Ülke gerçekliğini tüm ülkenin yüzüne haykırıyor. Kaybetmek pahasına ilke, ahlak ve dürüstlük siyaseti yürüten HDP, hiç kimseyi hiç kimseye ve hiçbir değer karşılığı satmayan yegâne partidir. Hepsi birbiriyle bu çukurdaki pisliğe bulanmalarını, debelenmelerini dönüp dolaşıp HDP ile izah edip gerekçelendiriyorlar. Düşüncelerine, kendilerine, ilkelerine, inançlarına, karşı hareket etme nedenleri HDP’nin varlığıymış. HDP tehlikesiymiş.
Sev ya da sevme ama hakkını teslim etmek gerekiyor. Erdoğan büyük bir lider. Büyüklüğünden sual olunmaz. Tıpkı bir turnusol kâğıdı ve ayna gibi. Toplum neyse yöneticisi de ona benzer. Nitelik anlamında değil ama etki ve teveccüh boyutunda Erdoğan ikinci bir Atatürk olma yolunda. Bu bir sosyolojik gerçeklik. Karizmatik ve otoriter egemenlik. Max Weber sosyolojisinde bunun adı budur. Atatürk de bunu kullandı.
Savaş Sanatının büyük ustası Sun Zi’nin dediği gibi; “Komutan; savaşa girmeden savaşı kazanan kişidir. Çünkü örgütlemesini yapmış, hazırlıklarını tamamlamıştır. Erdoğan’da bu siyasi yarışı daha 2.tur’a girmeden, yaptığı ustaca örgütleme, hazırlık ve hamlelerle tamamlamış ve kazanmış durumdadır. Zaferi şimdiden kesindir. Sinan Oğan’ın yani Türk milliyetçilerinin, Kemalistlerin, Ulusalcıların ve Ergenekon’cuların oluşturduğu İttifakın vereceği % 3’lük bir oyla % 52,50 oy alması garanti ve ceptetedir. Hani Süleyman “ne yaptık ettik %49.50’yi geçmeyi başaramadık” dediydi ya. Şimdi Süleyman çıkıp “bu defa %52,50 ile başardık, kazandık diyecek. Seçim zaferi kutlamasının hemen ardından fetih kutlaması var. Hem de o İstanbul fethinin kutlanması. Hem seçimin kazanılması çifte zaferin kutlanması.
CHP-HDP ise, kaybedenler kulübünde yenilgilerinin, kaybetmelerinin sebebi ve nedenlerini arasın dursunlar. Nerede, nasıl ve niçin vurulduğunu bilmeyenler böylece yenilgiye gerekçeler, neden ve bahaneler arayıp dururlar. Siyaseti doğru okuyacaksın. Siyasette imkansızı isteyecek ama gerçekçi olacaksın. Elindeki insan kaynakları ve malzemesini çok iyi bileceksin. Sen bu insan kaynağıyla yapabileceklerinin en iyisini, siyasi kazancın en azamisini nasıl sağlayabilirsin. Ona bakacaksın. Mevcut durum şu; HDP yenile, yenile kazanacak. Yani bir ihtimal kendisini ana ve diğer muhalefete kabullendirmeyi başaracak. Kürt hareketi iktidar ve devlet olmak istemiyor. İktidar ve devlete karşı çıkıyor. Ya Kürt muhalefet hareketi değişip iktidara oynayacak ya da hep böyle muhalefet kuyrukçuluğunda yani kaybedenler kulübünde kalacak. CHP’de hep ana muhalefette kala kala bir ihtimal kendi içindeki Ergenekon sızmalarından temizlenme bilincini kazanacak. Bunlar az şeyler değil. Ama kazanmak başka.
Bilindiği üzere hata ve suç sahipsizdir. Bu ülkede kimse hatalar ve suçu sahiplenmez. Hep yanındakilerin veya başkalarının üzerine atar. Bu durumlara siyasi ferasetle bakmak, öngörülü davranıp tuzağa düşmemek gerekiyordu. Deveni sağlam kazığa bağlamazsan olacağı buydu ve bu da belliydi zaten. Kırk develi kervan bir eşeğin ardından gidiyorsa durum çok ağır ve çok vahimdir. Devenin birine soruyorlar. Yükün çok ağır mı?. Deve “yok yükümün ağırlığı mesele değil de, benim için asıl ağır olan yük ise; deve olarak kırkımızın birden bir eşeğin ardından gitmesidir. İşte bu bana çok ağır geliyor” diyor. Kılıçdaroğlu daha kendi partisinin içine hâkim değil kiTürkiye’ye nasıl hâkim olacak.
HDP’nin durumu aynı deve kervanı örneğindeki durumu ifade ediyor. Kürt aydınları bu filmi çok önceden görmüş ve sorumluları uyarmıştı. “Araba atın önüne koşuluyor. Yanlış yapılıyor. Türkiye’de, Kürt sorunu çözülmedikçe bu ülkeye demokrasi, eşitlik, özgürlük ve huzur iklimi asla gelmez, gelemez ve getirilmesine bu devlet tarafından izin verilemez. Çünkü; Kürdü köleleştirenler Türk halkının özgürleşmesine izin vermezler. Bu siyaset sosyolojisinin kanunudur. Tıpkı bir doğa yasası, eski bir ahit ve ayet gibidir. Bu ülkeyi yöneten zihniyet “bu ülkeye kominizim gelecekse onu da biz getiririz” diyen zihniyettir. Bir an estirilen sahte baharlar gelecek havasının etkisine herkes kapıldı. Acaba bu defa olur mu? Baharı getirmeyi başarabilir miyiz? diye hayaller kuruldu. Sonuç araba Ergenekon’cu, Ulusalcı, Kızıl elmacı ve en üstte Ötüken İttifakı bariyerine çarptı özgürlük ve baharlar treni. Şimdi bu hayal uykusundan erken uyanıp zararın neresinden dönsen kardır mantığıyla bir zarar ziyan muhasebesi yapıp bünyeyi zehirlerden arındırıp güçlendirerek doğru yola revan olmak gerekiyor.
Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP “biz Türkiye’yi değiştirip, dönüştürecek sonra demokratikleştirip, özgürleştireceğiz” diyor. Sömürge hukukunun, sömürge mantalitesinin buna asla ve kata izin vermeyeceğini yıllardır anlatan Kürt aydınlarına hiçbir sorumlu yönetici kulak verip dinleme gereği duymuyor. Oysa her iki açıklamalarından birinde yer alan “sömürge, sömürgecilik” kavramlarının işaret ettiği sömürge gerçeği ve hukukunu anlaşılan ya bilmiyorlar. Ya da bilselerdi bilmemezlikten geliyorlar. Bunu gizlemek nedense işlerine geliyor. Bu hatalardan doğan sonuç. Kürt halkı en ufak bir şekilde dahi olsa umutlanmasın. Bir nebze olsa dahi rahat bir nefes alamasın diye.
Türk devlet aklı, cumhuriyetin ikinci yüzyılında bütün bileşenleriyle mevcut statükoyu korumak için ikinci yüzyılda da tıpkı yüzyıl önce Cumhuriyetin kuruluşunda olduğu gibi Kürtlerin mevcut statüsüne (statüsüzlüğüne) hiç dokunmadan/dokundurtmadan, değiştirmeden/değiştirtmeden ve kısmi reformlarla birazcık’ta olsa iyileştirmeden sürdürme konusunda ortaklaştı, birleşti ve kararlaştılar. Yüz yıl önce bu kararı alanlar nasıl ki Türk değil göçmen kökenli idilerse. bugünde aynı şekilde bu kararı alanlar, yine Türk değil aynı şekilde göçmen kökenli olanlardır. Gerçek Türk, Türkmen ile Kürtlerin aralarında hiçbir problemi ve çözemeyecekleri hiçbir sorunları yok. Ülkedeki hiçbir göçmenden de zerre üstünlüğümüz ve o güzel insanlarla hiçbir problemimiz yok.
Bu seçimlerde özünde Kılıçdaroğlu’nun değil, asıl Kürtlerin, Alevilerin, değişimden yana devrimci, demokrat, eşitlik ve özgürlükçü olan on milyonların önü kesildi. Hem de Türkiye’nin ekonomisinin çöküşü, batı dünyası ile aradaki makasın daha fazla açılması, Türk halkının daha çok açlığa, yoksulluğa, haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe ve sefalete sürüklenmesi, ABD-AB ve NATO ile Türkiye arasındaki gerilimlerin yeni krizlere dönüşmesi pahasına tüm bunlar gerçekleşiyor.
Eğer hafızalarımızı tazelersek 10 yıl önceki çökertme planında yer alan strateji ve FETÖ’nün Türkiye’nin Kürdistan’daki sömürge statüsünü anlatırken kullandığı, “sömürgenin mantığı, sömürge ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını kurutuncaya kadar o ülkeyi elde tutmak. Bunun için o ülkenin adına savaşanlarla gerekirse barış, çözüm görüşmeleri, girişimlerinde bulunmak. bu görüşme ve girişimleri asla sonuçlandırmamak ve icab ederse yüz yıl sürdürmek gerekiyor. O arada tüm kaynaklarını çekip çıkarıp götürmek ve kupkuru hale getirdikten sonra bırakılması zorunluysa bırakmak gerekir. Bu sömürgenin mantığıdır” diyordu. Daha ne desin anlayana sivri sinek anlamayana def û zurna az. Biz halk olarak sömürge olduğumuzu gizlesek, saklasak, unutsak ve bundan hiç bahsetmesek de, bu devşirmeler asla unutmuyor. Bu gerçeğe göre siyasal strateji izliyorlar. Kürt siyasi hareketi ise hala her şey çok güzel olacak masalına inanıyor.
“ALİ CANDAN: ETKİ VE TEVECCÜH BAKIMINDAN ERDOĞAN 2. ATATÜRK OLMA YOLUNDA” üzerine bir yorum
Çok yararlı bi yazı olmuş hocam teşekkür ederim .Sizin yazılarınızı beğenerek okuyorum elinize sağlık.