Tanrı, şimdi barışı kuracak cesur çocuklarını
bekliyor. Politikayı bilenler hiç bir şeyin spontane veya tesadüfi
gelişmediğini de çok iyi bilirler. Devletleşen halk hareketleri değişime ayak
uydurmayı bilerek emekle, çok profesyonel çok diplomatik ve nokta atışı yapma
tarzında örgütlenmektedirler. Faşist ve insanlık düşmanı hareketler arasında
uzun veya kısa dönemli etki bırakanlarda hep iktidar olarak veya iktidara
eklemlenerek Holokosta devam etmiş kimi yerde ve zamanda bu konuda seviye
atlamış haldeler.
Kobani’den bu yana ayrımsız Kürt parti ve
hareketlerinin her birine baktığımızda, tüm dünyada son on yılda yükselen Kürt
yıldızının yarattığı o görkemli fırsatları maalesef hiç birinin tam ve hakkıyla
değerlendiremediğini söyleyebiliriz. Bu arada defalarca Kürt halkını bıra kûji-kardeş
katli ile karşı karşıya getirmelerini de unutmamak gerekiyor. Rojava dahi kendi
kahramanlıklarıyla yarattıkları bu muhteşem fırsatları onlar bile nispi bir
şekilde değerlendirebildi.
Diyebiliriz ki Kürtlere vurulan terör damgası,
sömürgeci devletlerin düşmanlığı ve engeli vardı. Doğrudur, ama İsrail
kurulurken dört düşman devletle değil 24 dört düşman Arap devletiyle ve dünyada
58 Müslüman İsrail düşmanı olan devletle karşı karşıya idi. İsrail’i
destekleyen sadece dünya liderliğini ABD’ye kaptırmış olan tek bir devlet vardı
oda İngiltere’ydi. Demek ki sorun dış düşmanların varlığıyla, güçlü olmasıyla
ve dış destek yoksunluğuyla ilgili değilmiş.
Dış düşman hi bir şeydir. İç düşman her şeydir. Dış
yara öldürmez. İç yara öldürür. Sorunun özü iç ihanet, inanç, kararlılık,
örgütlülük ve birlik yoksunluğudur. Her şeyin başında da iç birlik moral
birliği, yani ideolojik, ruhsal, inançsal ve iradi birlik gelmektedir. Burada
ideolojik birlikten kasıt herkes aynı düşünce ve fikirde olsun değil. Uluslaşma
ulus yaratma ideolojisidir.
Ulusu sembolize eden değerler etrafında herkes
toplanır. Bunlar etrafında toplanmak kadar özgün semboller oluşturmayı bilmekte
gerekiyor. Mesela Türkiye’de FETÖ teröründen bahsedilir. FETÖCÜLER takibe
alındı. Ama FETÖ dış desteği çok iyi değerlendirerek Kürtleri bile diplomaside
hızla geçti. Hatta dünyaya kendi ulusal çıkarları nedeniyle Kürt hareketlerini
diplomatik olarak terörist diye vaaz etmeye başladı. Neden? Ulusal aidiyet
nedeniyle tabi ki.
İsrail kurulurken bu uluslaşma; Siyonistlerce
Turi Sina dağının ideolojik bir simge halinde görmesinin önemli bir etkisi oldu.
Kürtleri her hangi bir yeri sembolik bir biçimde ideolojik bir simge haline
getirecek bir bu durum gerçekleştirilemedi yada gerçekleştirilmek istenmedi.
Yine SSCB-Doğu Bloku parçalandı. İçlerinden irili ufaklı onlarca ‘ulus devlet’
çıktı. Beşinci parça Kızıl Kürdistan ise devlet olarak çıkamadı. Muhtariyet
bile olamadı. Neden? Kürtler Uluslaşamadığı için.
Kürt hareketleri en büyük enerjiyi iç sorunlarında
tüketiyor. Kendilerini ideolojik-politik ve diplomatik olarak hızlı ifade
edemiyor ve güncelleştiremiyor, yenileyemiyor, toparlayamıyor ve reorganize olamıyorlar.
Bu nedenle hep sürecin gerisinden geliyorlar. Örneğin Güneyde %93 evetle
sonuçlanan referandum sonrası Uluslaşma-devletleşme arzusu ya da çabası yukarıda
sayılan nedenlerle gerçekleşmedi. Sonuçta dar ailecilik, aşıretçilik,
bölgecilik sınırlarında takılıp kalındı. Ulusal hiçbir adım atılamadı. Öyle ki
hala dünya uluslararası güçler ulusal ordu kurun diye Güneye çağrı yapıyorlar.
Kuzeye gelirsek bugün 15 Ağustos yani ilk kurşunun
1984’ün üzerinden 37 yıl geçti. 15 Ağustos atılımı siyasi olarak nasıl, ne
zaman taçlandırılacak. Kuzeyde on yıllar boyu yürütülen bağımsız ulus-devlet
mücadelesinden sonra. Bağımsızlıktan vazgeçildi ve 15 Şubat 1999 yılında Öcalan’ın
silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısından bu yana 22 yıldır, Türk soluyla
birlikte “barışı kurmak, ortak vatan, ortak ulus Demokratik bir Türkiye
Cumhuriyeti yaratma” mücadelesi veriliyor. Dönem dönem diyalog, müzakere
süreçleriyle beraber, bu yıllar yine en kanlı çatışmaların, şehir yıkımlarının
yaşandığı dönemler oldu. Sonuç yine iki taraf içinde patinaj.
Burada Einstein’in bir sözünü alıntılayarak bu
bahsedilen barışı kurmanın zihinsel alt yapısını oluşturmanın ne kadar zor
olduğunu anlatalım: “Bizi ilgilendiren konu yalnız barışı kurmanın ve korumanın
teknik çareleri değil, aynı zamanda kafaları eğitmenin, aydınlatmanın
yoludur” diyor Einstein. Peki bunu Türkiye’de kiminle yapacaksınız.
Olmayan Türk soluyla mı? Sol diye devlete endekslenmiş güçlerle mi? Yoksa doğru
yerden işe başlayarak sağ-sol ayırt etmeden tüm Türkiye halklarına dönük
politikalar oluşturarak ve Türk halkına giderek mi!!
O zaman çıkarın HDP vitrinini dolduran solcuları.
Solcular da dahil olmak üzere ‘ortanın solu, merkez sağ, dindar ve laik’ kısaca
asgari müşterekte uzlaşılabilecek her görüşten yurdunu, vatanını seven, kafası
ve yüreği dünya ve insanlığa açık her Türkiye vatandaşını alın parti vitrinine.
Her iki tarafa karşı “silaha hayır. Aşiti-Barış hemen şimdi. Edi besse”
sloganı öncülüğünde bir kampanya başlatılsın. Doğu bir politikayla HDP’nin oyu
%30’lara çıkması kimseye sürpriz gelmemelidir. Türkiye’nin toplumsal
dinamikleri dikkate alındığında bu olasılığın yüksek olduğunu görebiliriz. Tabi
öncelikle değişim dönüşümde insanları iç
dünyalarında ve politik perspektiflerinde ikna edilmesi yönünde belirli bir
gelişme sağlandıktan sonra Türkiye’ye karşı silahlı mücadele meselesi de
kesin ve kalıcı bir biçimde çözülmelidir. Türkiye’ye karşı silah
kullanılmamalıdır. Silah devlet kurmak için kullanılır. Demokratik Cumhuriyet
ve Ortak Ulus için değil.
Rojava’ya gelince, Kuzeyde yürütülen müzakerelerde
Öcalan “Türkiye’ye karşı silah bırakılsın. Rojava’da ise orduyu hızla yüz bine
çıkarın. Afrin’de silah üretim fabrikası kurulsun” diyordu. Rojava bu
konularda tıpkı Kuzey gibi Öcalan’ı dinlemedi. Afganistan’da silah üretim
fabrikası 40-50 yıldır var. Silah, keleşnikof, roket, stinger füzeleri bile
üretiyorlar. Dünyaya karaborsada satıyorlar. Ama Afrin’de silah fabrikası değil
tekstil fabrikaları kurulmuştu.
Eğer Rojava yaşanan olumsuz deneyimlerden ders
çıkarabilirse, ABD-Koalisyonla ilişkilerini derinleştirirse ve en azından
federal bir Suriye’de yarı devletleşmeyi talep ederse önü açıktır. Sonradan
önüne çıkacak ilk fırsatta bağımsızlık yolunu da seçebilmelidir. Bu şansı hala
vardır. Güney bu şansı yitirmek üzeredir. Dünyada henüz barış tesis
edilememiştir. Çin yükseliyor. ABD dengelemeye uğraşıyor. ABD’nin dikkati Ortadoğu’dan,
Uzak Doğu Asya’ya kayarsa ki kayabilir. Bu Kürtler için iyi olmaz. O
zaman uluslar arası ve bölgesel süreci kendi lehimize değerlendirmek için hızlı
adımların atılması bir zorunluluk ve gerekliliktir. Dünya değişiyor Kürtlerde
ise partiler kendi gündemiyle meşgul halde. ‘Xem niye kaka can xem niye. Bira
Rom, Ecem Erev sed sal dinê xwiname bimije hiç xem niye.’
Tarih bilinci geleceğin bilincidir. Tarihten ders
almak, özgür bir ülke, özgür bir halk ve özgür bir toplum yaratmak için
şarttır.
Bunlar önemli ama Kürdistan özgülünde yetmiyor. En
önemlisi de kendine, halkına ve özgür bir ülke yaratabileceğine inanmak ve kendi
öz gücüne güvenmek gerekir. ‘Biz yapabiliriz, biz devletleşebiliriz, biz
başarırız’ diyebilmek gerekir.
Aksi halde dünyanın en modern, en çağdaş ve en güncel
fikir, düşünce ve entelektüel bilgi birikimine sahip olan halkımızın özgürlüğünü
ve bağımsızlığını koruyamıyorsak, büyük anlamsız sözlerin bir değeri olmayacağını
söylemeliyiz. Eğer değişime ve başarıya inanıyorsak önce kendimize güvenelim, inanalım.
Biz yalın ayaklı Kürtler daha düne kadar parya idik. Bugün talih bizi
yeryüzünün efendisi ile müttefik kıldı. Kader ağlarını öyle bir ördü ki.
Düşmanlarımızın aman tanımaz zulmü ve vahşeti bizi yeryüzü Tanrılarının ortağı
haline getirdi.
Şimdi büyük düşünme zamanı. Sömürgecilerimizin
mezarını kazıma, kıçlarını yalama zamanı değil. Kürt siyasal ve entelektüel
gücü bu gerçeği tam olarak görmüş, anlamış ve kavramış değil. Hala ceset haline
gelmiş sömürgecilerinin hortlamasından korkuyorlar. 21.yüzyılın birinci çeyreğinde
küresel dünyadaki ilişkilerin, mücadele yöntemlerinin, politik yönelim ve
tercihlerin çok yönlü değiştiğini görüyoruz. Kürtler de dünyadaki ve ülkedeki süreci
doğru okumalı ve yeni politikalarla gelişmelere dahil olmalıdır.