Güncel HaberlerMakaleler

ALİ CANDAN-KÜRTLERİN ÖNÜNE KONULAN KÖTÜ ÖRNEK: AFGANİSTAN


Yeniden Yaşam Gazetesi’nin Manşeti şöyle: “Afganistan’da yaşanan ulus-devlet felaketi.”  Yani Afganistan’ın başına gelen bütün kötülüklerin belası ulus-devlet oldukları içindir. Halbuki bunu tersten de okuyabiliriz: Bu felaketlerin nedeni belki de gerçekten bir ulus-devlet olmadıkları içindir.

 

Olağanüstü dönemler, olağanüstü düşünceler, tezler, karşı tezler, sentezler, belirlemeler, aforizmalar ve karşı çıkışlar yaratır. 1990 yılında SSCB çöktüğünde ABD’li Futurist düşünür, yazar Françis Fukuyama “Tarihin Sonu”nu ilan etti. Samuel Huntingtonda “Medeniyetler Çatışması” tezini illeri sürdü. Graham Fuller’de bu tartışmaya İslam dininin ılımlılaştırılması tezleriyle katıldı.

 

Françis Fukuyama “Tarihin Sonu” tezinde özetle; “SSCB’nin çökmesiyle iki kutuplu sistem yerini, insanlığın en iyi düzeni olan Amerikan liberalizmine bırakmış, artık insanların yeni bir düzen arayışlarına gerek kalmamıştır… Tarih, ilerlemiş, amacı olan liberalizme ulaşınca da son bulmuştur. Faşizm, komünizm gibi sistemler liberal demokrasiye yenik düşmüşlerdir. Geriye kalan iki seçenekten birisi olan milliyetçilik zaten liberal demokrasi ortamının bir ürünüdür. Kendine özgü bir alternatif oluşturamaz. Dinlerin büyük çoğunluğunun ise bir önerisi yoktur. Alternatif gibi gözüken İslâm dini ise teokrasiden başka bir şey ortaya koyamamıştır… Amerika artık zaferini ilan etmekten şüphe etmemelidir. Çünkü sosyalizm artık son bulmuştur. İnsanlığın toplumsal ve siyasal evrimi sona ermiştir.”

 

Huntington, “Medeniyetler Çatışması” tezinde özetle; “Medeniyetler arasında köklü farklılıklar vardır. Ve bu da medeniyet bilincinin artmasına neden olacaktır ve sonuçta medeniyetler çatışacaktır… Yeni dünyada çatışmanın temel kaynağı ne ideolojik ne de ekonomik olacaktır… Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacak. Medeniyetler çatışması, küresel politikaları etkisi altına alacaktır… Milli devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü aktörleri olacak fakat global politikanın asıl mücadelesi farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecek. Bu çatışma global politikaya hakim olacak. Medeniyetler arasındaki mücadele, modern dünyadaki mücadelenin evriminde nihai safha olacak.”

 

Graham Fuller, “İslamsız bir dünya” kitabında özetle; “Eğer Ortadoğu Müslüman değil de Hıristiyan ağırlıklı olsaydı, bugün yaşadığı sorunların hepsini yine yaşıyor olacaktı… Batı’nın Doğu ile kurduğu ilişkinin temelinde İslam var. Çünkü bu kolay bir yol. Batı her sorunu İslam’a yüklüyor. Oysa Doğu coğrafyalarında başka bir din hakim olsa da Batı-Doğu ilişkisi benzer bir süreç izlerdi. Burada belirleyici olan faktör din değildir. Birçok tarihsel ve coğrafi etken vardır ilişkiyi belirleyen emperyalizm, Müslüman dünyanın gelişimini bozdu. İslam’ın normal evriminin engellenmesi radikalizmi artırdı… Ilımlı İslam radikalizmi önler”

 

Bu gün çeyrek asırdan fazla bir süre sonra, geriye dönüp baktığımızda; ne tarihin sona erdiğini, ne ABD’nin zafer kazandığını, ne medeniyetler çatışmasının yaşandığını ve nede Ilımlı İslam’ın radikal islam’ı gerilettiğini söyleyebiliriz. Görkemli medeniyetimiz Sümer tabletlerinin okunmasıyla bildiğimiz tarihten 45 bin yıl daha geriye gidiyor. Peygamber Enok’la, Enki’nin kayıp kitapları ve Zekeriya Sitchin’in Sümer tabletleri çevirisi ve yazarın yorumları; medeniyetimiz, ilk insan ve insanlık sergüzeşti hakkında ezberlerimizi bozdu. Bu kadar eski ve köklü bir medeniyetin sahibi olan insanlık tarihini yeni, yeni öğreniyor. Geçmiş ve geleceğin çok uzun olduğunu görüyoruz. Uygarlık tarihimiz ne daha dün sayılan Sümerlerle başladı ne de günümüz ABD liberalizmi ile sona erip bitecek. Ne de Medeniyetler Çatışmasına kurban gidecek bir tehlike ile karşı karşıya. “Tarihin Sonu”, “Medeniyetler Çatışması” olağanüstü dönemin olağanüstü düşünce, tez ve aforizmalarıdır.

 

Kürt Özgürlük Hareketi de aynı hataya düşüyor:

 

Kürt Özgürlük Hareketi de yirmi yıl önceki olağanüstü koşullarda “Ulus Devlet Sistemlerinin Sonu’nu” ilan ederek aynı hataya düştü. Devasa büyüklükteki medeniyetimiz karşısında tekçi, monolotik ve beş asırlık cüce tarihiyle eleştirilmesi gereken birçok yönü bulunuyor. Bu anlamda gerek düşünsel, gerek kuramsal, felsefi ve ideolojik olarak Ulus Devlet Sistemlerinin eleştirisini yapmak, tıkanma, aşılma noktalarını tespit etmek, eleştirmek ve gidermek için düşünceler ileri sürmek ve geliştirmek en doğru tutum olması gerekirken, tıpkı Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonunu’ ilan etmesi gibi ‘Ulus Devletler Sisteminin Sonunun’ geldiğini ilan etmek aynı yanılgıyı oluşturuyor. Ulus Devletlere düşünsel ideolojik ve felsefi olarak savaş açmak Kürt halkına hiç bir şey kazandırmadığı gibi büyük kaybettiriyor. Ulus Devletler Sistemine felsefik veya düşünsel olarak karşı çıkmak ile mevcut gerçeği görüp ona göre politika belirlemek birbirinden farklıdır. Biliyoruz ki ‘ulus devletler’ daha uzun bir süre insanlık tarihindeki yerini koruyacaktır. Bu gerçeği görmeden bu günden yarına Ulus Devletler bitiyormuş gibi davranıp Kürt halkını şartlandırmak. Kürt halkının devlet olma hakkını elinden almak, bu halka yapılacak çok büyük bir kötülüktür.  Avrupa, İskandinavya, Benelüks gibi devlet deneyimlerinin başarıları orta yerde dururken, Afganistan’ı “Ulus Devlet Sisteminin Çöküşüne” örnek vermesi traji-komik bir durumdur.  Kürt basınında da ‘Afganistan’daki olumsuz durumu ‘ulus-devlet’ sorunun bir sonucuymuş gibi Kürt toplumuna örnek vermesi yanlış olduğu kadar tarihsel olguları çarpıtmak olarak değerlendirilmesi yanlış olmaz.

 

Ya ifrat ya da tefritte olmak

 

Kürt halkı, Özgürlük Hareketi ve tüm bileşenleri yirmi yıldır ideolojik-politik, siyasal-stratejik, felsefi ve bilimsel bir kafa karışıklığı, kavram kargaşası, bilinç bulanıklığı ve beynin dumura uğrama halini yaşıyor. Bu nedenle savaş meydanındaki kahramanlığı siyasal, diplomatik ve stratejik zekâya dönüştüremiyor.  Kobani’deki zaferin ardında Alman yazarın BILD gazetesinde “Siz kimsiniz Ey Kahramanlar” diye arada bir Kürtleri hatırlıyor. İtalyanlar bu gün  hala çocuklarını “annem yat Türkler geliyor” diye uyutuyorlar. Günümüzde hala batı devletlerinde ve toplumlarında Türk yayılmacılığı korkusu var. Ama batı mantalitesi pragmatist şekilde işliyor. Kim batı için faydalı ise batı çıkarları gereği onunla ilişki, ittifak ve işbirliği geliştiriyor ve çalışıyor. Öyle mi dün ‘terörist’ ilan ettiğiyle bir süre sonra aynı masada buluşuyor. İşte Taliban bunun en somut örneğidir. Peki burada ön plana çıkan nedir? Çıkarlar. Yani stratejik çıkarlar için Taliban’ın çağdışı politik ve pratik yönelimine bakmıyor.

 

Türkler gibi bin yıldır devlet düzeninde örgütlü birlik halinde, pratik, politik ve stratejik kafaya sahip bir güç dururken, henüz kendi aralarında birlik olamayan, kan davalı olan, s-birbirini kabullenemeyen, birbirine karşı düşmanıyla birleşen, ittifak kuran, ordulaşamayan, uluslaşamayan, devlet olmaktan yüz yıl geri olan ve özelliği ile primitif bir durumda bulunan Kürtleri; Batı sırf iyi savaşçılar, batı değerlerini savunuyorlar veya laikler diye destekler mi? Desteklemez. Batı, Kürt halkının ‘Ulus Devletlere’ karşı olduğunu söyleyen politik örgütleri/liderleri olduğu sürece, neden Kürtleri müttefik olarak seçsin. Kürtler, Ulus Devlete köktenci karşı duruyorken, ABD neden Kürtlere Ulus Devlet kurdursun ki?

 

“Demokratik Cumhuriyet, Ortak Ulus, Ortak Vatan, Ulus Devletler Sisteminin Sonu Geldi” gibi büyük iddialar ileri sürmek pek ala mümkündür. Ancak bugünden geleceğe Kürtlerin stratejik çıkarları için somut bir anlam ifade etmiyor. Yirmi iki yıl önce esaret koşullarında belki de bir çıkış umudu yaratmanın projesidir o kadar. Kürtler, Türk solunun, Türk sağının ve İslamcısının ‘bokunda boncuk aradıkça’ yani politikasının peşinden sürüklendikçe batı Kürdün kıçına tekmeyi basmaktan başka bir destek sağlamaz. ‘De hade gûyê Tırka belavkin. Hetta hün têda qûpçê an moriyê …. xwe bibinin.’ Kürtler devletten yirmi iki yıldır adeta yalvar yakar barış, kardeşlik dileniyor. Cevap, kah Sedat Peker üzerinden “oluk oluk kanınızı döker kan banyosu yaparız.” Kah Müğe Anlı, kah Didem Arslan kah Kürdün yatak odasına girilerek, kah habitatı yerle bir edilerek veriliyor. Ama içerik hiç değişmiyor. Mahmut Esat Bozkurt’un “Bu ülkede yalnızca Türk soyundan olanlar efendidir. Geri kalanlar ise; ancak hizmetçi olabilirler.” mesajın özeti budur.

 

Kürtler de kendini kah anlama özürlüye vuruyor, kah sağıra, kah gerçeği eğip büküyor. Böylelikle kendilerini kandırıyor. Bataklık orta yerde dururken bir sivrisineğe saldırıyorlar. Kürdün elinde bu gün bir tek çıkış yolu var. Oda Türk halkının insaf ve merhamete gelmesidir. Kürt atasözü bu durumu açıklıyor: “Bextê Romê reş tunneye”

 

Bütün bu değerlendirmeleri yaparken, ‘her şeyi batı çözer, batı ne derse o olur’ gibi bir anlayış sahip de değilim. Bugün ve gelecekte Batı müdahalesi de çözümü değildir. Burada kast edilen şudur; Jeo-politik çıkarların devletlere yön verdiği bir dönemde,  ‘ulus devletine karşıyız’ gibi salt ideolojik-politik kavramlarla Kürtler kendisini dar kavramlarla sınırlamaması ve dönemsel çıkarlara ve koşullara göre politika üretmesi gerektiğini belirtiyoruz. ABD ile Türkiye ideolojik-politik olarak aynı hamurdan yoğrulmuşlardır ama bölgesel çıkarları nedeniyle birbirleriyle çatışma haline olabiliyorlar. ABD, Rojava’da  PYD’nin kurmak istediği sisteme karşıdır ama bölgesel çıkarları nedeniyle ittifak kurabiliyorlar.

 

Öcalan’ın Tezlerinin özeti; Kürtler için demokratik ulus devlet  

 

Ulus devletler bitti, tarihsel misyonunu tamamladı gibi belki birkaç asır sonra mümkün olabilecek bir teori nedeniyle Kürtlerin ‘ulus devlete karşı olduğu veya kurmak istemediği gibi değerlendirmeleri ön plana çıkartarak elini konulunu bağlamak sadece Kürtlerin bölgede elde ettiği fırsatların heba etmesine yol açar. Kürtler ulus devlet kurmasının pratik ve fiili karşılığı mevcut statükocu devletlerin varlığını devam ettirmesini savunmaktır. Kürtlerin bölge haklarıyla birlikte ‘federatif’ bir birlik kurması nostaljisi de belki yüzyıllar sonra mümkün olabilecektir. Bu döneme kadar mevcut devletlerin Kürtlerin tarihten silinmesi için uyguladıkları politikaların-stratejilerin başarılı olmasının önünde ne gibi bir engel kalıyor?

 

Felsefik olarak ulus devlete karşı olduğunu söyleyen Öcalan’ın, ‘bu tezi somut güncel durumla ilişkilendirmediği ‘özgün durumlara göre karar verileceğini’ belirtmesi de neden dikkate alınmaz. Bu nedenle Afganistan gibi kendisi hiçbir dönem ‘ulus devlet’ düzeyine ulaşmamış bir kötü örneği Kürtlerin önüne konulması esasen Kürtlerin stratejik çıkarlarına ve planlarına hizmet etmeyecektir. Jeo-politik çıkarların ideolojik kavramların önüne geçtiği bir çağdayız. Kürtleri, elbet ki ideolojik-politik hedeflerini belirler ama bölgesel ve jeo-politik çıkarlarını ön planda tutmalı ve demokratik niteliklere sahip ‘ulus devlet’ kurmaları gerekiyorsa kurmalıdırlar.

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir