Makaleler

DEVRİM AVSHAR: İKTİDAR VE SİYASET


Başta söylemem gerekiyor; aslında iktidar ve siyaset kavramlarının derin bir analizine giriş yapmayacağım. Bu kavramların ilişkisini aşağı yukarı herkes kendi kafasında kurabilir. Bazıları bu ilişkiyi iyi ifade ettiğinde, çok iyi bir aydın görüntüsü ortaya koyar. Keza bu yabana atılacak bir durum değildir. Zihinde kurgulanan düşüncenin dil üzerinden etkileyici bir ifadesini yapmak her yiğidin harcı olmasa gerek. Bunu yapan kişilerin aydın vasfını kazanmaları da hakları olduğunu kabul etmek lazım. 

Benim şimdi söyleyeceklerimden şüphesiz bir aydın profili ortaya çıkmayacaktır. Ama söyleyeceklerimin aydınlara dair bir hayretin ya da onlara yönelik bir hayıflanmanın izlerini bulabilirsiniz. Yer yer bilimsel çerçeveye farklı bilimlerin argümanlarıyla dahil olmaya çalışacak olsam da kiminiz için sözlerimin fazla uçuk olduğunu kabul ediyorum. Hiç kimse iktidarın politik bir kavram olduğunu yadsımaz. Hatta iktidar politikanın ve özellikle güncel politikanın en görünür yüzüdür. Ancak toplumla muhatap her edimin gerisinde ya da içinde örtük olarak işleyen farklı psişik mekanizmaların olduğunu düşünüyorum. Bunu tabi ki, psikanalitik alanıyla olan haşir neşirliğimden ötürü söylüyorum. Bir aydın olma iddiası taşımadığım için bu yöntemimin sunduğu bilgilerin tümüne uydurma demenize kanaatimde hiçbir mahsuru yoktur; yani alınganlık duymayacağımı baştan söylemiş olayım.

Velhasıl kelam, iktidarın hem kadın hem de erkek birey için simgesel bir anlamı vardır. Bu doğrudan iktidar kavramının simgesel olarak çizdiği anlam dairesiyle alakalıdır. Güç, yetki, statü vs. bunlar simgeselin en yalın ve genel geçer anlamlarıyken, örtük olarak güven, aşk, nefret, haz gibi anlamlara da sahiptir. Bütün bunlar düşüncemin destekleyici unsurlarıyken, mevzu bahis politika olduğunda birazdan ortaya koyacağım iddiaların merkezinde rant, ötekiyi kontrol etme, geleneksel teamülleri sürdürme gibi bir dizi iktidarın barındırdığı anlamlar listeye dahil olacaktır. Aslında politik öznelerin bilinçlerini şekillendiren en önemli unsurun statüko olduğunu söylemek şimdiye kadar söylediklerimden en dişe dokunur söz olacaktır. Statüko, politik alanın süperegosudur; partilerin, sivil toplumun ve dahi diğer kurumsal aygıtların hem söylemlerinin hem de eylemlerinin yönünü tayin eden bir manipülatör işlevine de sahiptir. Modern anlamda her devletli toplumun kültürel olanla modern olanı bir araya getirdiği bir statüko düzeni vardır. Şimdi Türkiye siyasetinin statükosuna bakıldığında ilk bakışta beliren danışıklı dövüşlü bir düzenekle karşılaşılmaktadır. Bir bakıma, Türkiye siyasi tarihi, aktörlerin kendi aralarında danışıklı dövüşlü oyunlarla yarattıkları yaygaraların tarihidir. İlkin Türk statükosunun bileşenlerine bakmak da fayda vardır. Birinci bileşen 1839’daki Tanzimat Fermanı ile başlayan modernleşme, yani Batılılaşma ülküsüdür. Dolayısıyla Batılaşmanın Türkiye’de bir Kemalizm icadı olmadığını kabul etmek gerekir; keza ilk uygulayıcısı da değildir. Daha açık ifadeyle, cumhuriyetin kuruluşunda zaten mevcutta olan bir Batılılaşma vardı. İkinci bileşen ise, belki de statükonun çekirdeğidir; bu da Türkçülük ve sunni İslam’ın sentezi olan Türk-İslam ideolojisidir. Aslında bu bileşendeki Türkçülük olgusu da yine ilk bileşendeki Batılılaşma yönelimi ile kurgulanmıştır.

Türkçülük düşüncesinin ideolojik referanslarının Anadolu ya da Orta Asya Türk’ünün kültürüne, fikirlerine ve tarihine dayandığını söylemek çok mümkün değildir. Aksine, statükonun Türkçülüğü, kültürü ve tarihi batılı fikirler doğrultusunda yeniden organize eden, kabaca bir ifadeyle yeni bir tarih ve kültür anlayışı uyduran bir ideoloji olmuştur. Keza cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren az sayıda enstrümanla icra edilen geleneksel Türk müzikleri yasaklanmıştır. Bu minvalde bağlamanın gerici bir müzik aleti olduğu savıyla bir dönem yasaklandığını bilmeyen yoktur. Bu yasaklamanın bir bakıma Alevi kültürüne yönelik bir müdahale olduğu da düşünülebilir. Çünkü Alevilik statükonun çekirdeğindeki sunni İslam’a uymayan bir inanç biçimiydi.

Kendi öz müziğini yasaklayan bu anlayış, bunun yerine çok ezgili ve enstrümanlı batı müziğini taklit ederek farklı kültürlerin türkülerine ve marşlarına Türkçe sözler yazdırarak Türk kültürü gibi sunmuştur. İşte bu noktadan sonra statükonun üçüncü bileşeni ortaya çıkmaktadır. O da homojen bir toplum yaratma gayesidir. Bu nedenle farklı dindeki toplumlar yerinden edilmiş, aynı dine mensup uluslar ise asimile edilmeye çalışılmıştır. Birçok yerleşim yerinin adı değiştirilmiş, farklı dillerde eğitim ve kültürel icralar yasaklanmıştır. Özellikle nüfuz olarak yoğun olan Kürtlerin tüm kültürel ürünleri Türk kültürüne mal edilerek, Kürtlerin kültürel varlıkları inkâr edilmiştir. Dördüncü bileşen ise, vesayetçiliktir ki, 1860’lı yıllarda gizli bir teşkilat olarak ortaya çıkan Genç Osmanlılar ve onun devamı olan İttihat ve Terakki’nin ruhunu yansıtmaktadır. Gerek gizli bir teşkilat olan Genç Osmanlılar ve gerekse İttihat ve Terakki her zaman yönetimler üzerinde vesayet kurmaya çalışmıştır. Kendileri iktidarda olmasalar bile fikirlerini her zaman iktidarda tutmayı başarabilmişlerdir.

İttihat ve Terakki’nin cumhuriyetin kuruluşuyla yerini Kemalizm’e terk ederek tarihin tozlu raflarına geçtiğini düşünenler hep olmuştur. Ancak bu iddianın doğruluğunu sınamak pek kolaydır. Yukarıdaki bileşenlerin hangisi İttihat ve Terakki ile Kemalizm’i birbirinden ayırmaktadır ya da kısaca ikisini birbirinden ayıran tek bir unsurdan bahsedebilir miyiz? Oysa cumhuriyet tarihi boyunca tüm iktidarların sadık olduğu vesayet odağı İttihat ve Terakki’nin ideolojik ayaklarıdır. İttihat ve Terakki’nin ideolojisi çıkarıldığında geriye Kemalizm’in içi boş bir zırh olduğu görülecektir. Öyleyse Kemalizm, (Genç Osmanlılardan kalma alışkanlıkla) kendisini gizleyen vesayet sahibi İttihat ve Terakki düşüncesinin bir nevi paravanı durumundadır.

Asıl olan İttihat ve Terakki olduğuna göre, statükonun geçmişi ve geleceği de daha net okunabilir. Buradan hareketle Türk siyasi iktidarının dayandığı statükonun okunması günümüz olaylarını da açıklayacaktır. Özellikle Kürt Sorunun bu güne kadar gelmesi ve gelirken ortaya çıkardığı yıkımların da en önemli müsebbibi iktidarı dengede tutan bu dört bileşendir. Bu bileşenlerden birinin değişmesi demek statükonun dolayısıyla iktidarın yıkılması demektir. Hemen anlaşılacağı gibi bu bileşenlerden en hayati olan Türk-İslam ideolojisi hiçbir zaman iktidara Türk ve sunni İslam’ın dışında bir unsuru kabul etmeyecektir.

 

Kürt Sorunun çözümü daha doğrusu Kürt siyasal aklı statükonun bu ayağını her zaman tehdit eden bir tehlike olmuştur. Korku ve gerilimin kaynağı Kürt aklının iktidara paydaş olması ve belki de zamanla iktidarın tamamını ele geçirmesidir. Dolayısıyla iktidar statükosu her zaman kendi kurumlarının hareket etme biçimini bu tehlikeye karşı koymak için düzenler. Her konuda kavga halinde olan siyasi örgütlemelerin söz konusu Kürt sorunu olduğunda tek bir söylemde buluşmasının nedeni ise, aralarında nöbetleşe paylaştıkları bu iktidar düzeneğine Kürtleri ve vesayet aklını tehdit eden diğer kesimleri dahil etmemektir. Türk siyasetinde muhalefetin sadece kişileri hedef alarak yapılması sanıldığı gibi bugüne has bir durum değildir. Başlangıçtan beri devlet aklı ve iktidar statükosu hep dokunulmaz olmuştur. Bu yüzdendir ki, iktidar olmanın anahtarı da hep merkezden geçer.