Türkiye’nin Ortadoğu politikası belirlenmiş stratejiden yoksun anlık refleksler ile oluşan ve bu nedenle de politik karşılığı olmayan bir yapıya dönüşmüş görünüyor.
Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e yönelik başlattığı çok kapsamlı saldırıdan sonra Ortadoğu’nun politik dengeleri önemi ölçüde değişmeye başladı ve hiçbir şekilde de eskisi gibi olmayacağı çok açık ve nettir.
Ankara, Ortadoğu ülkeleriyle yaşadığı politik-diplomatik krizi aşmak için önemli bir çaba sarfetti. Aynı şekilde İsrail ile diplomatik ilişkileri yenilemek için önemli tavizler verdi.
Ankara, Hamas’ın saldırısından sonra Ortadoğu’daki dengelerin yeniden dizayn edilmeye başladığının farkında olup buna göre bir kısım hamleler yapmak istiyor. Hem İsrail ile ilişkilerini bozmamak hem de Filistin üzerinden Arap dünyası ile daha yakın ilişkiler kurmak için dengeli açıklamalar yapmaya özen gösterdi. Ancak Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni durum özellikle ABD ve İngiltere gibi küresel güçlerin sürece doğrudan müdahil olmaları, Arap dünyasının dengeleyici politikası, İsrail’in Hamas’ı askeri olarak tasfiye etme kararlılığı, Türkiye’nin bundan sonra izleyeceği politikaları doğrudan etkileyecektir. Ankara ihtiyatlı ve dengeli açıklamaları bir kenara bırakıp aşamalı bir şekilde doğrudan Hamas’ı destekleyen açıklamalara yönelmesi hem Türkiye’nin iç dinamiklerinde hem de Ortadoğu ve uluslararası ilişkilerde önemli bir yankı uyandırdı.
Türkiye neden bir politika değişikliğine gitti?
Ankara, Ortadoğu’da politik ve diplomatik ilişkilerini henüz tam normalleştirmemesine rağmen ortaya çıkan krizden yararlanmak ve bölgesel etkinliğini arttırmak için kullanabileceğini hesapladı. Bu nedenle hem Hamas’ın yaptığı saldırıyı yanlış gördü hem de İsrail’e sakin olması devlet gibi davranması çağrısı yaparak bir biçimi de arabuluculuğa soyunmak istedi. Ancak başta ABD olmak üzere küresel güçler, Türkiye’nin ortaya çıkan askeri ve politik krizin dışında tutmayı tercih ettiler. ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği ülkeleri tarafından bölgede başlatılan diploması trafiğinde Türkiye baypas edildi. Ne cumhurbaşkanlığı ne de Dışişleri bakanlığı düzeyinde hiçbir iletişim kurulmadı. Böylelikle Türkiye’nin ortaya çıkan krizin çözümünde kendine rol biçmesini gerektiren bir durumun olmadığı deklere edilmiş oldu. Türkiye’nin mevcut kriz içerisinde diplomatik ve politik olarak etkin bir rol oynayamaması bir bakıma Hamas’ın tasfiyesinden sonra Ortadoğu yeniden dizayn ederken bir misyon üstlenemeyeceğini gördü.
Ankara, başta Mısır, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri üzerinden yürüttü diplomatik politik çabalar kendisine yeni bir alan açmadığının farkındadır. Ortaya attığı önerilerin hiç biri ne kabul gördü, ne de ciddiye alınıp tartışıldı.
Ankara’nın keskin bir dönüşle dengeli politikayı terk edip doğrudan Hamas’ı destekleyen açıklamalar yapmaya başladı. Böylelikle Rusya, Çin ve İran blokuna dahil olup kendisine alan açmak istiyor. Rusya ve İran ile aynı cephede yer alarak Hamas’a politik destek vermesi, Ortadoğu’da yeni bir saflaşmanın olabileceği ve açıktan bir taraf olarak politik pozisyon belirleyeceği anlamına geliyor. Böylelikle İsrail, ABD, İngiltere, Avrupa Birliği, Avustralya, Kanada hatta Japonya gibi küresel dünyanın önemli bir yanını oluşturan cepheye karşı Rusya İran denkleminin yanında yer almayı politik çıkarlarına daha uygun olacağını düşünmektedir.
Ankara’nın aşamalı bir şekilde İsrail’e karşı pozisyonunu netleştirip Hamas’ı açıktan desteklediğini ilan etmesi, Arap dünyasında kalıcı bir destek görme beklentisine girdiğini söyleyebiliriz. Ancak, stratejik olarak Hamas’a karşı olan Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerin ABD ve İngiltere’nin belirlediği stratejinin karşısında Rusya, İran ve Türkiye denkleminde yer alacağını beklemek politik bir saflıktır.
Hamas saldırısı, ABD’nin tekrardan geleneksel Ortadoğu siyasetine dönüşünün bir gerekçesi haline geldi. ABD uzun bir süredir Uzakdoğu Asya ve Pasifikler üzerinden Çin’e karşı bir strateji geliştirdiği ve bu nedenle Ortadoğu’yu ikinci plana attığı sıklıkla dile getirildi. Ancak bugünü duruma baktığımızda ABD’nin tekrardan Ortadoğu’da askeri ve politik hakimiyetini pekiştirmeye oldukça kararlı olduğunu görüyoruz. Bunun başka bir anlamı ABD’nin Ortadoğu bölgesindeki özellikle askeri bakımdan kalıcılığı olduğu, İran’ı askeri ve politik olarak hedef tahtasına oturttuğu ve Türkiye’yi denklemin dışında tutulmaya karar verdiği anlaşılıyor.
Ankara’nın Ortadoğu’da yürütmek istedi aktif diplomasinin ciddi bir karşılık bulmamasının en önemli faktörlerden biri de ABD’nin bölge ülkelerine yapmış olduğu diplomatik ataklar ve yaptığı politik uyarılardır. Bu nedenle hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Hamas’ı işgale karşı savaşan mücahit örgüt” olarak tanımlaması, Hem de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Hamas, Filistin devletinin bir parçası ve terör örgütü değil” biçimindeki değerlendirmesi özellikle uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin karşısına çok ciddi bir sorun olarak çıkacağını söyleyebiliriz. Vurgulamak gerekir ki Hamas, Filistin halkı içinde güçlü sosyolojik dinamikleri olan politik mücadelede şiddeti esas alan, İslamcı ve şeriat düzenini savunan bir hareket olup terör örgütü değildir. Ancak 7 Ekim 2023 tarihli saldırısı doğrudan sivilleri hedefleyen bir terör eylemidir. Bu eylemden yola çıkarak Hamas’ı doğrudan ‘terör örgütü’ olarak görmek yanlıştır. Ankara’nın devlet olarak Hamas’ı ‘özgürlük savaşçısı’ olarak görüp söz konusu eylemin doğrudan bir ‘terör eylemi’ kapmasında olduğunu açıklamaması, Hamas’ın eylemini fiilen meşru görme olarak algılanmaya başlandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün uluslararası riskleri göze alarak Hamas’ı ‘mücahit’ olarak açıklaması, Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki kaotik durumunu çok daha fazla derinleştirecektir. Aynı şekilde Türkiye’nin ciddi bir ekonomik krizde karşı karşıya olduğu ve uluslararası finans kuruluşlarından kredi almaya çalıştığı bir dönemde bu tür açıklamaların ekonomik dengeleri çok ciddi sarsacağı da bir gerçek. Cumhurbaşkanının Hamas’a ilişkin değerlendirme yaparken borsanın hızlı bir düşüşe geçmesi ve hatta borsanın geçiş olarak kapatılması ekonominin kırılganlığını ve risklerini ortaya koymaktadır.
AK Parti kurmaylarının fiilen devlet adına Hamas’tan taraf olarak yapılan açıklamalar acemice söylenen sadece iç dinamiklerdeki toplumsal tepkiyi mobilize etmeye yönelik bir değerlendirme olmadığı bilinmelidir. Bunlar birer faktör olmakla birlikte, Türkiye’nin ABD karşıtı bir pozisyonda yer alarak, İran ve Rusya yanında saf tutması aslında Ankara’yı bekleyen riskleri minimuma indirme çabasıdır. Ancak, böyle bir tercih riskleri azaltmayacak tersine arttıracaktır. Ankara önümüzdeki dönemde Irak ve Suriye’de çok ciddi sorunlarla karşılaşacağı tahmin ediliyor. ABD’nin Ortadoğu ülkelerindeki bütün askeri üslerini güçlendirmesi ve özellikle Irak ve Suriye’de çatışma alanını genişletme olasılığı dikkatli alındığında, Türkiye doğrudan ve dolaylı olarak hedef tahtasına girecektir. Özellikle Kuzeydoğu Suriye’de ‘Suriye Demokratik Güçleri’nin çok daha güçlü bir şekilde silahlandırılması ve Türkiye’nin desteklediği güçlere karşı daha kapsamlı operasyonların gündeme gelmesi şaşırtıcı olmaz.
Ankara, Hamas saldırısında haberdar mıydı?
Ankara ile Hamas arasındaki ilişkiler düşünüldüğünden daha karmaşık ve derin olduğu sıklıkla dile getiriliyor. Ankara’nın Filistin politikasında Gazze’nin ve dolayısıyla Hamas’ın özel bir yeri bulunuyor. Örneğin Hamas’ın ideolojik olarak İran’dan çok AK Parti’ye çok daha olması Sünni kimliğinden kaynaklanıyor. Bu nedenle Hamas liderlerinin Katar’dan sonra sorunsuz ve güvenli bir şekilde kaldığı ülke Türkiye’dir. Ayrıca MİT’in Filistin’de ve özellikle Gazze’de önemli ağlar oluşturduğu ve etkin olduğu tahmin edilen bir durumdur. Bu nedenle Hamas’ın İsrail’e yönelik kapsamlı bir saldırı kararı almış olmasının bölgedeki Türk İstihbarat güçleri tarafından bilinmemiş olması da dikkat çekicidir. Mısır’ın böyle bir eylem hakkında bilgi edindiği ve İsrail’i uyardıkları kamuoyuna yansıdı. Belki Mısır’dan çok daha fazla Hamas ile ilişki içinde olan Türkiye’nin hiçbir bilgiye sahip olmaması, önümüzdeki günlerin önemli tartışmalı konularından biri olacaktır.
Ankara, YPG’ye karşı Hamas diyor
Dışişleri Bakanı Fidan: “Terörle ilgili yorumlarımızda farklılıklar var. Bizim terör örgütü olarak tanıdığımız YPG ve FETÖ’yü başka ülkeler terör örgütü olarak tanımamakta. Biz de Filistin devletinin bir parçası olan, devlet sisteminde bir siyasi parti olan Hamas’ı da terör örgütü olarak tanımadığımızı söyledik” diyor. Böylelikle ABD karşısında Hamas’ın terörist görülmesinin bir başka gerekçesi ortaya çıkıyor. Yani YPG, ABD tarafından terör örgütü olarak görülmediği için Ankara’da Hamas’ın terör görmediğini açıklıyor. Tersine ABD, YPG’yi terörist olarak görseydi, Ankara da ‘Hamas’ı terörist kapsamında görecekti. Ayrıca Fidan, Hamas’ı “devlet sisteminde bir siyasi parti’ olarak görüyor ve bu nedenle ‘terör örgütü olarak görmediklerini’ belirtti. Peki, aynı durum Kuzeydoğu Suriye’de PYD için geçerli değil mi? PYD’de bölgede sosyolojik tabanı olan ve fiilen oluşan ‘özerk yapının önemli güçlerinden biri olarak neden ‘terörist’ kapsamında görülüyor. Fidan’ın açıklamaları doğru ve gerekçesiz okunduğunda aslında PYD’nin terörist görülmeyeceği sonucunu çıkartabiliriz. Fidan’ın tersine FKÖ lideri Mahmud Abbas “Hamas’ın Filistin halkını temsil etmediğini, tek temsilcinin FKÖ olduğunu” açıklaması, Hamas’ın ve Gazze’nin geleceğine dair bir fikir veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atatürk Havalimanında yapılan Filistin’e destek mitingde yaptığı konuşmada; “Siz yeniden bir hilal-haçlı mücadelesi mi estirmek istiyorsunuz?” söylemi, dünya çapında olası bir Müslüman-Hristiyan çatışmasına dair bir mesajı olarak algılanması, iç politikada nispi bir etkisi olabilir ama uluslararası ilişkilerde bunun kötü bir mesaj olarak değerlendirileceğini ve politik bir karşılığı olacağını söyleyebiliriz.
Ankara’nın bölgesel politikası başarısızdır. Bunun arka planını sorgulamak yerine, anlık politik reflekslerle hareket etmeye devam ediliyor. Bölgenin jeo politik pozisyonunu ve dengeleri doğru okuyarak daha objektif bir strateji oluşturmadan kaybedenler kulübünde kalmaya devam edecektir. Örneğin PYD’yi terörist görme ısrarından vazgeçerse, jeo politik çıkarlar için birlikte hareket etme iradesini gösterirse, Gazze’ye yönelik hava ve kara saldırılara karşı çıktığı gibi kendisi de Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik hava saldırılarına son verip diyaloğa yönelirse hem içte hem de bölgede etki alanı artacaktır. Bölgeyi ve dengeleri iyi tanıyan Hakan Fidan’ın duygusal sloganlar atmak yerine daha gerçekçi hareket etmesi, Türkiye’nin yararına olur.