Türkiye’de İslam adına konuşmayı kendisinde hak görenlerin devletin derin kanatları altında çalıştıklarına dair çok sayıda veri bulunuyor. Din’in siyaset alanı içerisinde olması, bu alanda görevli olanların politik sürece doğrudan müdahale etmelerine yol açmasının ötesinde dönemsel olarak belirleyici bir rol üstlendikleri söylenebilir.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra Türk-İslam Sentezine dayanan devlet politikası, darbeci generallerin belirlediği bir strateji olarak yaşama geçirildi. Kenan Evren’in cemaat liderlerine ‘Anayasa Referandumu için bizi destekleyin biz de sizin önünüzü açarız’ mesajı hayat buldu. Laik görünen generallerin ‘Türk-İslam Sentezi’ni devletin ideolojik çizgisi haline getirilmelerine paralel olarak din gündelik hayatı doğudan etkilemeye başladı. Devlet ile iç içe olan ve devletin belirlediği çizgide hareket eden cemaat liderleri toplumun gündelik yaşamına müdahale ettiler. Bunu kendi kafalarında değil devletin belirlediği bir politik strateji dahilinde gerçekleştirdiler. Böylelikle hem devlet kurumlarında kadrolaşarak güç oldular hem de toplumu etkilemeye ve yönlendirmeye başladılar. Bu gelişme devlete rağmen değil doğrudan devletin bilgi, onayı ve desteğiyle yapıldı
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle başlayan ancak AKP-MHP ittifakına dayanan iktidarla kesintisizce devam eden 42 yıllık süreçte hiçbir dönem laik olmamış devletin fiilen İslamlaştırılması stratejisi kesintisizce devam ediyor.
42 Yıl Önce Gülen: Haziran 1980’de Orduyu Darbe Çağırısı
Gülen, ABD’nin bölgede anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirilmiş biri olarak hemen her alanda faaliyetlerini yürütür. Özellikle halkın dini duygularını kullanmaya özel bir önem verir. Kendisine 3 aylık hasta raporu verilir ve Erzurum’a gönderilir. Öncelikli görevi anti-komünist mücadeleyi örgütlemek olarak belirlenir. Asker olarak geldiği Erzurum’da ikinci Komünizmle Mücadele Derneğini kurar: “…Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne kadar sadece İzmir’de vardı. İkincisi de Erzurum’da bizim gayretlerimizle açılacaktı… Bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Derneği kuracaktık. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençlerle Caferiye Cami önünde toplandık. Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti. Dernek ve camii işlerinden anlayan bir akrabam vardı. O gelip bize yardım etti, bize yol gösterdi…”
Gülen, bir er olmasına rağmen, zamanının önemli bir kesimini bu çalışmalara ayırır. “Yine ikindi vaktiydi. Cemaate ‘yazıklar olsun size! Sizin dininizle, peygamberinizle alay edecekler, siz de kuzu kuzu oturup burada beni dinleyeceksiniz. Onlar ecdadımızın aziz ruhlarıyla eğlenecekler, siz de Müslüman geçineceksiniz’ gibi sözler söyledim. Cemaat birden ayağa kalktı, Ben ‘yok, yok, bizim sokağa dökülmekle işimiz yok, Bu meseleyi başka yoldan haletmek lazım’ falan dediysem de dinletemedim. Yolda iltihaklarda olmuş. Büyük bir kalabalık sinemayı basmış. Hadise tamamen bütün Erzurumlarca benimsenmişti.” Bu provokasyon bir ön hazırlık aşamasını taşıyordu. Provokatör ise asker olarak görevlendirilmiş Gülen’in kendisidir. Maraş katliamı sırasında, aynı oyun oynanmış, bir sinema ateşe verilmişti. Gülen bunun tatbikatını Erzurum’da birkaç yıl önce denemiş ve başarılı olduğunu görmüştü.
Şeriat düzenini savunduğunu iddia eden Gülen’i en çok destekleyen ve koruyanlar da laik geçinen generaller oldu. Ordu ile stratejik bir ittifak içinde olan Gülen, hem 12 Mart 1971, hem de 12 Eylül 1980 askeri darbesini çok aktif bir tarzda destekledi.
Örneğin, 12 Mart 1971 askeri darbesini desteklemek için vermiş olduğu bir vaaz da, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için dini merasim yapılmasını dahi eleştirmektedir: “Deniz Gezmiş’ler, ömürleri boyunca dine, Allah’a, mukaddesata küfrediyor, sonra da devlete baş kaldırınca öldürülüyor. Ama sonra da dini merasimle gömülüyor. Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?”
Haziran 1980’de yani askeri darbeden yaklaşık olarak 3 ay önce, İzmir’de camide verdiği vaaz da, darbe çağrısı yapıyor: “İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet… Bu nasıl iştir!.. Türkiye’de devlet ve hükümet yok mu? Ne oldu askere? Polisler Nerede? Marks’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır.”
12 Eylül 1980 darbesinden sonra Askeri Darbeyi seyamlayan Gülen, yine bir camii vaazında yapmış olduğu ve daha sonra ‘Sızıntı’ dergisinde yayınlanan konuşmasında şunları söyler: “Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam… Düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. içtimai bünyenin, harici bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına irca zaferi (…) ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Afişlerle aranan Gülen, İzmir’de camilerde darbeyi desteklemek için vaazlar verir. Dönemin Milli Güvenlik Konseyi sekreteri Haydar Saltık’ın koruması altında, askeri darbeyi desteklemek için görevini sürdürdü.
Bugün Cübbeli Ahmet: Muhaliflerin temizlenmesi gerektiğini söylüyor.
Türkiye’nin politik sürecine dair görüşlerini açıklayan, devlete akıl hocalığı yapmaya çalışan, politik kimlik olarak İslamcı-Milliyetçi ve MHP’li olduğunu açıklayan Cübbeli Ahmet birkaç gün önce youtube kanalında yayınladığı vaazında Türkiye’nin toplumsal dinamiklerini açık bir çatışmaya sürükleyecek açıklamalar yaptı.
Cübbeli Ahmet, Youtube üzerinde verdiği mesajda şunları söylüyor: “Türkiye’nin önündeki durumlar belli değil. Yunanistan’ı da gördük, bütün dünyanın gavurlarının topları bize çevrilmiş yani. Suriye’de büyük bir siyonistan, Kürdistan kurdurulmak üzere. Burada büyük tehlikeler, yeniden bir İstiklal Savaşı gibi, bir kuva-i milliye hareketlenmesi gibi, yeniden bir vatan müdafası gibi durumlar icab edebilir yani. Önümüzdeki günler pek hayır göstermiyor. İlerisi hayırdır ama… Çok vatan haini var çok din devlet düşmanı var. Onun için de bir temizlik icap edebilir yani… Bundan dolayı ne olur bilmiyorum ama… Nakit çok önemli bir şeydir yani… Bazı kere satacak malın olsa da satamıyorsun ha dediğin zaman. Birden bir piyasa çöküyor, evin var kaç tane; aç kalıyorsun. Bir koronavirüs oldu, kaç tane meslek iptal oldu yani. Onun için insan kenarda köşede bir ekmek alacak para bulundurmalı. İnsan bir senelik ihtiyacını, temel ihtiyaç maddelerini, bozulmayacak mallardan kilerinde, ambarında bulundurmalıdır; bu sünnettir. Un, şeker, kuru fasulye, nohuttur; bunlar önemli şeylerdir erzak olarak. Çünkü et bulamazsan et yerine geçer, süt bulamazsan süt yerine geçer.”
Cübbeli Ahmet’in kendi inisiyatifiyle ortaya çıkıp toplumun önemli bir kesimini tehdit etmedi. Bu çıkış, devletin bir kanadının adına verilen bir mesajdır. Yani toplumsal muhalefetin gelişmesi eğilimi AKP-MHP ittifakına dayanan iktidarın dinamiklerini kaybetmeye başladığı bir dönemde söylenmesi açık bir tehdittir. Örneğin “bir İstiklal Savaşı gibi Kuvayi Milli hareketlenmesi gibi yeniden bir vatan savunması icap edebilir” kastı bir iç savaş tehdididir. “Önümüzdeki günler çok hayır göstermiyor. İlerisi hayırdır ama çok vatan haini var. Çok din-devlet düşmanı var. Onun için bir temizlik de icap edebilir” cümlesi hem devlete hem de İslamcı militanlara saldırı talimatı veriyor. “Çok din-devlet düşmanı var. Temizlik icap eder” kastında kimlerin temizlenmesi yani fiziki olarak tasfiye edilmesi gerektiğini söylüyor. Din ile devletin bütünleştiğini bunlara karşı düşman olanların yok edilmesine dikkat çekiyor. Bu tam da toplum arasında yeni ve sert bir çatışmayı teşvik etmedir yani açıktan bugünkü iktidarda yana olanlarla olmayanlar arasında bir savaştan bahsediyor. Tez zamanda muhaliflerin işine bakılmalı, ezilmeli ve yok edilmelidir diyorlar. Devletin literatüründe yer edinen ve uygulanan ‘temizlik’ fiziki tasfiye yani yok etme anlamında kullanılır. Cübbeli Ahmet bunun bilincindedir. Bu nedenle ‘din ve devlet düşmanları temizlenmelidir diyor yani bunların öldürülmesini vaaz ediyor.
Fehtullah Gülen ile Cübbeli Ahmet, birbirini tamamlayan ikilidir. Dün, Gülen, toplumsal muhalefetin ezilmesi ve temizlenmesi için orduya darbe çağrısı yapıyordu. Bugün, Cübbeli Ahmet, din ve devlet düşmanları dediği muhalefetin ‘temizlenmesi ve icabına bakılması gerektiğini söylüyor.
Cübbeliye göre temizlenmesi gereken din-devlet düşmanları kimler:
Birincisi, Kürtler
İkincisi, Aleviler
Üçüncüsü, ilerici, demokratik güçler
Dördüncüsü, Toplumsal yaşamda yer alan kadınlar
Beşincisi, LGBT’liler
Altıncısı, AKP-MHP ittifakına karşı çıkan muhalif güçler,
Devlet-Dini Cemaatler işbirliğiyle organize edilen LGBT karşıtı miting bir başlangıçtır. Önümüzdeki süreçte çok daha ciddi düzeyde çatışmalara yol açabilecek ve kontrolden çıkabilecek bir kısım eylemlerin olması kimseye sürpriz olmamalı.
Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ’ın kısa bir süre önce ‘Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilirse iç savaş çıkar’ tehdidiyle Cübbeli Ahmet’in açıklamaları birbirini tamamlar nitelikle olduğu ve seçim sürecine girildiği bu dönemde çok yönlü saldırıların olabileceği hesaba katılmalıdır.
Bu tehditlerin arka planında Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını engelleme hamlesi olduğunu da söylemek yanlış olmaz. Amaç Kılıçdaroğlu’nun tehdit edilerek psikolojik olarak geri adım atmasını sağlayıp Mahsur Yavaş’ın ön plana çıkartılmasıdır. Devlet için ‘Erdoğan kaybedecekse aynı politik çizgiye sahip Mansur Yavaş gelmelidir’ diyenlerin bu tür hamleleri devam edecek. Bu saldırılar karşısında geri adım çok yönlü kaybettirir.