Nasıl oluyor da Kürdistan’da birçok ilde birinci parti olarak başarı gösteren DEM’in başta İstanbul olmak üzere yüzde iki civarında oy alabiliyor. Kuşkusuz iki partinin yarışmasını esas alan seçim sisteminin sosyal psikolojik etkilerle “seçimin kazandırmaktan çok kaybettirme” esası üzerine kurulmuş olmasıdır. Bunun etkisi DEM’le sınırlı değildir. İyi Parti, Yeniden Refah ve diğer küçük partiler için de geçerlidir.
Bilindiği gibi İyi Parti Lideri Meral Akşener, “Hür ve müstakil” diyerek Türkiye’nin her yerinde seçimlere katıldı. Metropollerde İyi Parti bir varlık göstermedi. Çoğu yerde yüzde birin altına düştü. Demek ki seçmen nezdinde oluşan algıyı değiştirmek çok zordur. Partilerin giderek birbirine benzediği dikkate alındığında “oyum işe yarasın” anlayışının hâkim olduğu görülüyor.
Yine şey şunu da belirtmekte yarar vardır: İstanbul’da özellikle AKP’nin kalesi konumunda bulunan ilçelerde Büyükşehir oylarında İlçe oylarına göre İmamoğlu’nun daha fazla oy almış olması da CHP ve İmamoğlu’na AKP’den azımsanmayacak düzeyde oy akışı olduğunu gösteriyor. İktidar olan AKP ve ortağı MHP bu akışı önleyemiyorsa İyi Parti ve DEM’in bu akışı önlemesi kolay değildir. Demek ki, siyasal sosyoloji bakımından inceleme yapılması zorunludur. Benzer bir durum YRP için de söylenebilir. Daha muhafazakâr ve Ortodoks özelliğe sahip olan YRP’nin İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde 14 Mayıs Seçimlerinin alında oy alması YRP’nin seçime asılmasına rağmen seçmenin bir bölümünün CHP’nin kazanmaması adına AKP’ye oy verdiğini gösteriyor. Seçim sonuçları incelendiğinde YRP’deki oy artışının daha çok Urfa, Yozgat, Malatya, Elazığ ve Konya gibi illerden ileri geldiği söylenebilir. Bu da YRP adayının kazanma ihtimali olan yerlerde AKP’den oy aldığı gerçeğini ortaya koyuyor.
Seçmen davranışı kendi parti kararı dışında bazı etmenlerin etkisiyle sandığa kendi parti kararından farklı yansıyabiliyor. Kitle iletişim araçların zenginleşmesi ve özellikle sosyal medyanın etkisi seçmen üzerinde doğrudan etkili olmaya başlamıştır. Bu da siyasal tutum değişikliğini beraberinde getirmiş, giderek siyasal tutum değişikliğinin kalıcı olmasında rol oynamasını sağlamıştır. Başlangıçta sosyal medya azınlıklar ve dezavantajlı kesimler için olumlu bir kanal gibi göründüyse de kitlesellik kazanmasıyla birlikte bu kısıtlama ve dayatmalarla bu avantaj bu kesimin elinden alınmaya başlamıştır. Tıpkı siyasal yapının yapay ikili görünüşüne benzer bir şekilde Kitle iletişim araçları da ikili bir yapı oluşturup üçüncü bir yolun açılmasını fiilen engellemiştir. Örnekleyecek olursak İktidar eksenli ATV, CNN TÜRK, AKİT ve benzeri TV kanalları karşısında konumlanan Halk Tv, TELE 1, KRT kanalları var. Kamuoyunun oluşumu bu iki farklı mecra üzerinden belirleniyor. Farklı fikir ve görüşlerin kendisini ifade etme fırsatı yoktur. Sosyal medya açısından da durum farklı değildir.
Büyükşehirlerde yaşayan Kürt seçmenin de bu ikili yapı içinde Kitle iletişimi bakımından CHP eksenli kanalları yoğun izlediği gerçeği ile karşı karşıyayız. İMC TV’nin kapatılıp Halk TV ve TELE 1’in önünün açılmasına bu açıdan bakılmalıdır. Başlangıçta Gazete Duvar ve Artı Gerçek(Artı TV) bu boşluğu doldurur gibi göründüyse de bu mecralar üzerinde yürütülen çalışmalar ne yazık ki bu mecraları da sisteme zarar vermeyecek konuma getirdi. Uydu üzerinden yayın yapan Kürt siyasetinin güdümündeki Sterk ve Medya gibi TV kanalları günümüz gerçekliğine uygun olmayan yayın yapma anlayışını sürdürerek büyük bir izleyici kaybı yaşadılar. Büyükşehirlerde yaşayan Kürtlerin siyasal tutumlarına etki edebilecek etkinlik ve program yapma kabiliyetini göstermiyorlar. Savaş konseptinde yapılan yayıncılık kendisini tekrarlayarak tükenme sürecine doğru yol almaktadır. Benzer bir durum Yeni Yaşam gibi gazeteler için de geçerlidir. Elbette her partinin olduğu gibi Kürt partilerinin yayın organları olabilir. Yayın organı anlayışı farklı eğilimleri taşıyan kitlenin etkileşimine bir yarar getirmez. Bağımsız, ulusal, kitlesel anlayışı geliştirecek ortak noktalara dikkat çekecek yayın organlarına ihtiyaç vardır. CHP ideolojik yapısını bir tarafa bırakarak Halk TV ve Tele 1 gibi yayın organlarıyla bunu gerçekleştirerek Kürt kitlesine de kendisini izletme başarısı gösteriyor.
CHP Lideri Özgür Özel’in seçime dair değerlendirmesinde DEM’in adını anmadan “Kürt demokratlarının” desteğinden söz etmiş olması sıradan bir söylem değildir. Kendi seçmeninden kopan ve büyükşehirlerde gösterdiği Milletvekili aday listelerinde temsil krizinin yaşanmasında Kürt seçmenin DEM’e verdiği kredinin sonuna gelmiştir. Önümüzdeki dönemlerde CHP, geçmişte muhafazakâr ve sağ kesime attığı çengelin bir benzerini “Kürt demokratları” olarak nitelediği Kürtlere atabilir. Ahmet Özer örneğinde olduğu gibi Esenyurt’ta bunu izlerini görmüş olduk. Beyoğlu bunun görünen zemini haline gelebilir.
Türkan Elçi’nin İstanbul’dan seçilmesi Kürt demokrat açılımının bir parçası olduğu gerçeği göz ardı edilemez. DEM, Elçi üzerinden yürütülen bu çalışmayı görmezlikten geldi. Kürt siyaseti kendi içinde çok büyük küskünler yarattı. Bu küskünlerin çoğu DEM’in aleyhine olabilecek hiçbir oluşumun içinde yer almadığı gibi DEM’e oy vermekle kalmadı, DEM’e oy vermek için bizzat çalışmaya devam etti. CHP özellikle büyükşehirlerde yoğunlaşan bu kesimdeki Kürtlere kendi vitrinini açarak DEM’in daha da darlaştırabilir. Yerelde iktidar olmanın avantajlarını da buna alet edebilir. 31 Mart 2024 Dersim İl Genel Meclisi sonuçlarına göre DEM’in CHP ve AKP’den sonra üçüncü parti haline gelişi işin ciddiyet ve aciliyetini ortaya koyuyor. Sekiz ay önce Milletvekili seçiminde birinci olan DEM’in üçüncülüğü gerilmesi Dersim Merkezinin kazanılmasıyla örtülemez.
Ne yazık ki etkileme “Demokrat Kürtlerle” sınırlı değildir. Başta Aleviler olmak üzere DEM’in bileşenleri içinde yer alan sol ve sosyalist kesimler için de geçerlidir. DEM’in samimi olarak kendi siyasetini gözden geçirmesi gerekiyor. Siyaset boşluk tanımaz düsturu doğrultusunda gerçek radikal demokrasiyi savunan bir parti olduğunu göstermesi, Kürdistan dışındaki şehirlerde yaşayan Kürtlerin, Alevilerin, sol, demokrat ve diğer muhalefetinde yaşanan tutum değişikliğini kendi lehine çevirmesi zorunlu bir görev olarak görmesi gerekiyor. Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye’deki potansiyel bunu sağlayacak niteliktedir. Dünya halkları de bunun farkında ve desteği vermeye de hazırdır.