Güncel HaberlerMakaleler

Dr. MUSTAFA PEKÖZ: NATO’NUN MADRİD TOPLANTISINDA ANKARA’NIN PAYINA ‘TAAHHÜDLER’ DÜŞTÜ


Madrid’de toplanan NATO’nun liderler zirvesi Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik yaptığı askeri operasyonun gölgesinde yapıldı. Bir bakıma NATO’nun savaş konseptindeki strateji değişikliği onaylandı.

Bu stratejide Türkiye’nin önemli bir yer işgal etmediğini söylemek yanlış olmaz. Birincisi  Rusya ile en uzun kara sınırına sahip olacak olan NATO’nun yeni askeri savunma ve savaş konsepti Finlandiya, İsveç. Norveç, Lentoya, Estonya, Lituanya yani İskandinavya ve Baltık bölgeleri belirleyici olacak. İkincisi NATO’nun Balkan ve Avrupa’nın Doğu kanadının güçlendirilmesidir. Bu bölge ise Ege ve Karadeniz’i içine alacak şekilde Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Polonya olarak belirlendi. Ege adalarının hava ve deniz üssü haline getirilmesi, Edirne’nin Karaağaç bölgesine yaklaşık 30 km olan Yunanistan/Dedeağaç bölgesine yüzlerce kara ağır silahının yerleştirilmesi,  Yunanistan’dan Polonya’ya kadarki bölgeler NATO’nun yeni askeri konseptini oluşturuyor. NATO’nun stratejik askeri füze sistemlerinin bu bölgelere yerleştirilmesi Ankara’nın NATO bakımından öneminin aşamalı olarak azaldığını gösteren önemli bir veridir. Ankara, bu durumu görüyor. Yunanistan’ın askeri olarak artan önemi, önümüzdeki süreçte Kıbrıs’ın fiilen bir NATO üssü haline getirilmesine yönelik yapılan hazırlıklar, Doğu Akdeniz’de askeri stratejik dengelerin nasıl değişebileceğini gösteriyor. Ankara, NATO’nun yeni askeri stratejisinde konumunu koruyamamasının negatif yansımalarını önümüzdeki süreçte çok daha belirgin olarak hissedilecektir. Ankara’nın Finlandiya ve İsveç üzerinde yaptığı itirazlar aslında stratejik konumunu koruma çabasıydı. Bundan istenilen sonucun alınmadığının ve gelecekte çok daha ciddi sorunlarla karşılaşacağının ilk işaretleri olarak değerlendirebiliriz.

Dörtlü Zirve bir önem arz etti mi?

NATO zirvesinin yapıldığı Madrid’deki IFEMA Kongre Merkezi’ndeki toplantı öncesinde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in inisiyatifinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, İsveç Başbakanı Magdalena Andersson arasında bir görüşme gerçekleştirildi. Böylelikle Türkiye’nin bu iki ülkenin NATO üyeliğini bloke etme olasılığı bütünüyle ortadan kalktı. NATO oldukça memnun, Finlandiya ve İsveç çok mutlu, Türkiye ise zorunlulukta evet dedi. İç politikada ne kadar güçlü bir dış politika yürüttükleri propagandasını yapma hazırlığında olsalar da gerçek durum farklıdır.

 28 Mayıs 2022 tarihinde www.kureselstrateji.org sitesinde yayınlanan makalemde: “Ankara, bu iki ülkenin NATO üyeliğini hiçbir şekilde engelleyemez. Böyle bir askeri ve politik gücü bulunmuyor. Bunu hem Ankara hem de Brüksel biliyor” tespitinde bulunmuştum. AKP-MHP iktidarının İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini bloke etme hamleleri sadece propagandadan ibaret olduğu görüldü. Ankara’nın biçimsel çıkışı PKK’nin ‘terörist ilan edilmesi, faaliyetlerine izin verilmemesi ve Suriye’de PYD’de askeri desteğin kesilmesi’ olarak sıralanmıştı. Ancak meselenin esası bunun çok ilerisinde ve NATO’nun yeni askeri stratejisinde Türkiye’nin azalan rolüyle ilişkilidir. Arka planda diplomatik-politik ilişkilerde tartışılan meselenin esası budur.

Türkiye ikna edilmedi zorunlu olarak ikna oldu

İktidarın iç kamuoyunda “NATO’da gücümüzü gösteriyoruz, biz olmadan Finlandiya ve İsveç asla NATO üyesi olamaz. Şartlarımızı mutlaka yerine getireceklerdir” gibi kulağa hoş gelen açıklamaların Brüksel’de bir etkisi olmadığına dikkat çekmiştim. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, bu iki ülkenin NATO üyesi olacağından oldukça emin açıklamalar yaptı. Nezaketen Ankara ile görüşmelerin sürdüğünü söylese de, üyelik konusunda hiçbir kuşkusu yoktu.  Günler önce Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson da NATO’ya üye olma konusunda hiçbir kaygıları yoktu ve yaptıkları açıklamalarla bundan emin olduklarını beyan ettiler.  İki ülkenin NATO’ya alınması sembolik bir karar olmayıp esasen NATO’nun askeri güvenlik stratejisinin yeniden tanımlanmasıyla ilişkilidir. Bu ülkeler olmadan  planlanan askeri konseptin eksik kalacağı açıktı. Bu nedenle Türkiye’nin itirazları pek ciddiye alınmadı denebilir. Sadece kamuoyunda Türkiye’nin ikna edilmesi gibi bir kısım açıklamalar işin ‘süsü’ olarak görüldü. NATO’nun belirlediği stratejinin uygulanmasına karşı Ankara’nın bir blokeden ısrar etmesinin söz konusu olmayacağını meseleleri az çok takip eden herkesin görebileceği politik realiteydi.

Türkiye’nin talepleri gerçekten karşılandı mı?

Ankara’nın iki ülkeyi bloke etme tehdidinin kamuoyuna yansıyan en önemli gerekçesi PKK’nin faaliyetlerinin yasaklanması ve Kuzey Doğru Suriye’de PYD’nin merkezinde olduğu SDG’nin faaliyetlerine en azından sınırlama getirilmesiydi.

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg yapmış olduğu açıklamada: “Türkiye, Finlandiya ve İsveç, silah ihracatı ve terörle mücadele de dahil olmak üzere Türkiye’nin kaygılarına yanıt veren bir memorandum imzaladılar”  ve “İsveç ve Finlandiya’nın, terör örgütü olarak tanınan PKK ile mücadele ve YPG/PYD’ye destek vermeme taahhüdünde bulunduklarını” belirtti. Aynı şekilde bu iki ülkenin ‘Türkiye’ye karşı silah ambargosunda bulunmayacaklarını’ kabul ettiklerini açıkladı. ‘Milli Güvenliğini ilgilendiren konularda Türkiye’ye destek vereceklerini’ de taahhüt ettikleri belirtildi.

 

Bütün  bunlar ne anlama geliyor. Öncelikli olarak PKK ve özellikle PYD konusunda resmi ve ülkeler arasında anlaşmalara dayanan her hangi bir yazılı sözleşme yok. İkincisi ‘taahhüt’ edilmesinin ise tamamen biçimsel olup hiç bir hukuki ve diplomatik bağlayıcılığının olmadığını uluslararası ilişkilerle az çok ilgilenen birileri bunu anlar/bilir.

                                                                

 Türkiye’ye böyle bir taahhüdün verilmesinin hiç bir önemi yok

 

Ankara’daki iktidarın bu talepler için İsveç ve Finlandiya ile bırakalım ‘taahhüt’ almasını diplomatik yazılı bir sözleşme/anlaşma yapsalar da pratik politika ve diplomatik ilişkiler bakımından hiçbir önemi yok. PKK zaten NATO için bir ‘terör’ örgütüdür. Finlandiya ve İsveç’in ek olarak bunu kabul etmesinin NATO bakımından ve iki ülke için özel bir önemi yok.

 

NATO’nun nerdeyse tek başına % 70’ini oluşturan ABD, zaten PYD merkezli SDG’yi müttefik görüyor. Kuzey- Doğu Suriye’de SDG ile askeri, politik ve diplomatik ilişkilerini geliştiriyor, ABD bütçesinden ödenek ayırıyor. AKP-MHP iktidarı, bir güç gösterisi yapmak istiyorsa, ABD’ye kafa tutsun. Bunu yapabilir mi? Yapma şansı yok. Fransa, PYD temsilcisini Eliyse Sarayında askeri üniforma ile karşıladı. NATO’da buna tutum alıyor mu? Almıyor. Almanya, İngiltere SDG’nin bulunduğa alanlarda askeri güç bulunduruyor. İtirazı var mı? Yok. NATO açık bir şekilde SDG’yi de PYD’yi de terörist görmüyor. Hatta fiilen ittifak gücü olarak değerlendiriyor. Ankara, NATO’nun bu  kararına karşı politik ve askeri bir tutum alabiliyor mu? Alamıyor/alamaz.  Böylelikle Ankara’nın PKK ve YPD konusunda Madrid’de ciddiye alınabilir bir başarısı yok.

 

Ankara’nın arka plan kaygısı nedir?

 

Daha önce de belirttiğim gibi Ankara için özellikle PYD’ye verilen desteğin azaltılması önemli olmakla birlikte esas sorun NATO’nun oluşturulan askeri konseptinde ‘stratejik konumunun zayıflaması’ kaygısıdır. NATO’nun ilanından beri askeri güvenlik stratejisi Türkiye üzerinde kurulmuştu. Ancak bu denge çok yönlü değişti. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı askeri operasyon ile NATO’nun güvenlik stratejisinin yeniden tanımlanması hızlandırdı.

 

NATO’nun savaş konseptinde belirlenen strateji değişikliği Madrid toplantısından onaylandı. Bu stratejide Türkiye’nin önemli bir yer işgal etmediğini söylemek yanlış olmaz. Birincisi Rusya ile en uzun kara sınırına sahip olacak olan NATO’nun yeni askeri savunma ve savaş konsepti Finlandiya, İsveç. Norveç, Lentoya, Estonya, Lituanya yani İskandinavya ve Baltık bölgeleri belirleyici olacak. NATO’nun stratejik askeri gücünün önemli bir kısmı bu bölgelere konuşlandırılacak.

İkincisi NATO’nun Balkan ve Avrupa’nın Doğu kanadının güçlendirilmesidir. Bu bölge ise Ege ve Karadeniz’i içine alacak şekilde Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Polonya olarak belirlendi. Ege adalarının hava ve deniz üssü haline getirilmesi, Edirne’nin Karaağaç bölgesine yaklaşık 30 km olan Yunanistan/Dedeağaç bölgesine yüzlerce kara ağır silahının yerleştirilmesi bir tesadüf olmayıp Yunanistan’dan Polonya’ya kadarki bölgeler NATO’nun yeni askeri konseptini oluşturmaya başladı. NATO’nun stratejik askeri füze sistemlerinin bu bölgelere yerleştirilmesi Ankara’nın NATO bakımından öneminin aşamalı olarak azaldığını gösteren önemli bir veridir.

 Ankara, bu durumu görüyor. Yunanistan’ın askeri olarak artan önemli, önümüzdeki süreçte Kıbrıs’ın fiilen bir NATO üssü haline getirilmesine yönelik yapılan hazırlıklar, Doğu Akdeniz’de askeri stratejik dengelerin nasıl değişebileceğini gösteriyor. Ankara NATO’nun askeri stratejisinin içindeki önemini koruyamamasının negatif yansımaları önümüzdeki yıllarda çok daha belirgin olarak hissedilecektir. Ankara, Finlandiya ve İsveç itirazları üzerinden aslında stratejik konumunu koruma çabasıydı. Bundan istenilen sonucun alınmadığı ve gelecekte çok daha ciddi sorunlarla karşılaşacağının ilk işaretleri olarak değerlendirebiliriz.

NATO Konseptinin Ankara’yı zorlayan başka faktörleri

Stratejik düşman: NATO’nun yeni savaş konseptinde ilk kez ‘Rusya en ciddi ve doğrudan stratejik düşman’ olarak tanımlandı. ABD’nin istemine rağmen Çin, NATO düşman kategorisinde yer almadı. Başta Almanya ve Fransa olmaz üzere AB’nin önde gelen ülkeleri Çin konusunda ABD ile farklı düşünmeleri nedeniyle  tartışma alanının dışında tutuldu. ABD’nin ısrar üzerine, Japonya, Güney Kore, Avustralya zirveye davet edilerek Çin’e dolaylı bir mesaj verildi. Ankara’nın NATO’nun yeni düşman tanımlamasını imzalaması özellikle Rusya-Türkiye ilişkilerinde ciddi sorunlar oluşturacaktır. Aynı şekilde NATO’nun Rusya sorununda Ankara üzerindeki baskısı hissedilecek bir şekilde artacak gibi görünüyor. Rusya’nın bunun karşılığını Karadeniz’de ve  özellikle Suriye’de vermesi kimseye sürpriz gelmemelidir.

 

Savunma harcamaları :  NATO üyesi ülkeleri, 2014 yılında alınan karar gereği  GSYİH’nın yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırmaları ve uygulamaları gerektiğine dikkat çekildi.  Bugüne kadar 9 üye ülke bu süreci tamamladı. Ancak 2024 yılına kadar bütün ülkeler bu kararı uygulamak zorunda oldukları belirtildi. Türkiye’nin GSYİH’nın %2’isini  sadece iç savunma değil aynı zamanda NATO’ya aktarması gerekir. Türkiye’nin ekonomik sorunları dikkate alındığında bunun ayrıca ciddi bir ekonomik yük getireceği, ülkenin karşı karşıya bulunduğu ekonomik koşullar dikkate alındığında ciddi bir zorlamanın olacağı açıktır.

 

Doğu sınırında savunmayı güçlendirme : NATO,  Balkan ve Doğu Avrupa’daki askeri gücünü arttıracak. Bu süreçten sonra 40 bin kişilik bir askeri güç hazır bulundurulacak. Bu sayı ihtiyaç duyulduğu anda en kısa sürede 300 bine çıkartılacak. Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın askeri olarak güçlendirilmesinde Ankara’ya ciddi bir rol verilmemiş olması da önümüzdeki yıllarda  askeri ve politik dengeler bakımından bize bir fikir veriyor.

 

Zirve’nin başarılı yönü Biden ile bir kez daha görüşmek

Washington’un Ankara ilişkilerini en alt düzeyde tutmaya özen gösteriyor. Bunun açık politik bir mesaj olduğu açık. Biden, cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmelerini Washington ve Ankara dışında yapmaya özen gösteriyor. Bunun bilinçli bir politik karar dahilinde yaptığı ve zorunlu olmadıkça görüşmeyeceği olarak değerlendiriyor. Biden’in Erdoğan ile görüşmesinin şartı, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini onaylaması olduğu basına sızdı ve söz konusu görüşme gerçekleşti.  

ABD ve Türkiye liderlerin heyet düzeyinde yaptığı görüşmeler NATO gündemi dışında bir kısım konuların da dolaylı olarak gündeme getirildiği tahmin ediliyor. Ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, S-400’ler,  F-35 projesinden çıkartılması F-16’ların yenilenme talebi, Rusya ile olan ilişkiler, ABD Anayasa Mahkemesinde Temmuz’da görüşülecek olan Halk Bankası davası, Baran Sezgin Korkmaz’ın ABD’ye iadesi gibi bir konunun dolaylı olarak gündeme geldiği belirtiliyor. Yani işler sanıldığımızdan daha karmaşık.

Sonuç: Ankara’daki iktidar Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri konusunda  iç politikada büyük bir başarı hikayesi yazmak için hazırlıkları tamamladı. Ancak gerçek olan ise tersine dış politika başarısızlığına çok daha ağır ve gelecekte önemli sorunlar yaratacak yeni bir süreç eklendi. Ankara, jeo stratejik ilişkilerde arka plana düşmeye başladığını NATO’nun Madrid toplantısında görüldü. Bundan sonra süreç nasıl ilerler tamamen Ankara’nın küresel ve bölgesel politikalarına bağlıdır. Objektif ve çözüm gücü yüksek politikalar üretirse, dengelerin içinde yer alma şansı artar. Suriye’de yeni bir politika oluşturur hem Esad rejimiyle hem Kuzey Doğu Suriye’de SDG ile ortak çözümler üreten bir süreç geliştirirse kazanan tarafta yer almaya başlayabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir