Bağımız bir Kürdistan veya birkaç Kürdistan mevcut politik ve sosyal problematikte ideal çözüm olabilir mi? Bu soruya verilecek cevap, öncelikle gasp edilen hak ve özgürlüklerin iadesi, kültürel, siyasal baskıların son bulması ve tarihle yüzleşilmesi gibi talepleri de ihtiva etmesiyle yakından alâkalı elbette. Ancak bunun yanı sıra bu gereksinimi hayatî kılan başka faktörlerin de bilince çıkması elzemdir. Burada önemli olan oluşacak Kürt ve Kürt statülerinin Ortadoğu’da kalıcı bir barışa sağlayacağı katkının Kürtler ve Ortadoğu toplumları tarafından anlaşılmasıdır.
Ortadoğu’da oluşan Arap-İsrail dengesizliğine karşı bozulan balans bağımsız Kürdistan’ın kurulması ile mümkün olabilir. Geçmişte Ortadoğu’da savaşma kapasitesine en çok sahip olan toplum Filistin’di. İslamcısından Laikine, Marksist’inden radikal İslamcısına kadar her türlü örgüt ve partilere de sahiptiler. Dünyanın her yerinden İsrail’e (Küçük Amerika) karşı mücadele etmek için gelen enternasyonalist devrimciler kanını Filistin için akıtıyordu. O zamanlar Filistin bir devlet olarak tanımlanmamasına rağmen kontrol ettiği Filistin toprağı daha fazlaydı. Şu anda BM’de temsil edilen bir devlete sahipler ancak bu devlet kendi toprağına sahip değil. Bu Ortadoğu için büyük bir dengesizliktir. Ne Filistin tam bir devlet olabiliyor ne de İsrail, bölgede meşru bir devlet olarak yaşamını sürdürebiliyor. Sürekli savunma ve saldırı için ebediyete kadar asker bir toplum/devlet olmak zorunda kalıyor. Kendini ancak nükleer silahlarla koruyabiliyor. ABD’nin, Avrupa’nın, Rusya’nın, Türkiye’nin, Mısır’ın onu tanıması dahi ona yeterli güveni sağlayamıyor.
Son yıllara bakılırsa toplum olarak savaşma kapasitesine sahip oluşta Kürtler önde yürüyorlar. Türkiye’de, Irak’ta, İran’da, Suriye’de savaşıyorlar. IŞİD’le mücadele ile uluslararası koalisyonun müttefiki haline gelmiş durumdalar. Kürtler, bir devlete sahip olmadan, toplum olarak örgütlenerek Kürdistan ve mücavir alanlar ile Ortadoğu’da IŞİD’i gerilettiler. Şii ve İran’ın IŞİD’le mücadelesini de hatırlamak gerekir. Karada Kürt ve Şii mücadelesi olmasaydı koalisyon uçaklarının etkin bir rol oynayamayacakları çok açıktı.
Şimdi şu soruyu sormanın zamanı gelmedi mi? Bir devlete dahi sahip olmayan Kürtler bir devlete sahip olsalar daha iyisini yapmak imkanına kavuşmazlar mı? Kürt devletinden korkmanın gerçekçi bir karşılığı yok. Öyle başkasının toprağına gözünü dikmiş de değiller. Suriye’de Arapların yaşadığı bir çok yerleşim yerlerini yıllarca yönettiler. Toplumla bir sorun da yaşamadılar, ta ki Türkiye gelip oraları işgal edene kadar. Şimdi bakıyoruz; Afrin’de, Grê Spî’de, Serêkaniye’de huzur var mı?
Kürtler tarihsel olarak Türklerin, Arapların ve Farsların egemenliği altında kaldılar, halen de kalmaya devam ediyorlar. Kürtlerin mücadelesi sayesinde bunların hiçbirisi Kürtlüğü ve Kürtçeyi yok etmeyi başaramadı. Tam tersine, Kürtlerin büyük çoğunluğu yaşadıkları yerlerde Türkçeyi, Arapçayı, Farsçayı öğrenip yazdılar. Türk’le, Arap’la, Fars’la doğrudan ekonomik, sosyal, kültürel, insani ilişkiler geliştirdiler. Bu büyük bir avantajdır. Kürtler bu avantaja sahipler. Kürtler, Arap, Fars ve Türk toplumu gibi İslami bir inanca da sahipler. Bu avantajlar, Kürtlerin Ortadoğu’da barışçı dengeli bir siyasetinde rol oynamasının önünü açıyor. Ne yazık ki, Kürtler bu potansiyelini kullanamıyor, ilişkilerinde sahip oldukları alışkanlık ve anlayışlarından kurtulmak için bir şey yapmıyorlar. Kendilerini başka birilerine bağlamaya daha eğilimli oluyorlar. Sahip oldukları toplumsal güçlerini, doğrudan Türk, Arap ve Fars toplumu ile ilişkilerin örgütlenmesinde kullanmıyorlar. Toplumsallığın yatay ilişki düzeyinin yerine yöneticilerle düşey ilişkiler kurarak dinamizmi tüketiyorlar. Demokratik birlikteliğin temeli oluşmuyor, Türk, Arap ve Fars devletleri kendi toplumları için de demokratik olamıyorlar.
Şimdiye kadar adına “Türkiyelileşme” denilse de bu konuda en büyük çabayı HDP gösterdi. Demokrasi dedi, yerel demokrasi dedi, demokratik özerklik dedi, eşit yurttaşlık dedi ancak hep “terörist, bölücü” görüldü. Kürdün örgütleme ve ifade özgürlüğüne getirilen tanımlama ne olursa olsun “bağımsız Kürdistan” emeli olarak görüldü. Bu konuda yüzlerce iddianame yazılıyor. Şu iddianame 2020 tarihlidir: “Örgüt(PKK), kurulduğu ilk günden bu yana “Türkiye, Irak, Suriye ve İran toprakları üzerinde birleşik bağımsız bir Kürdistan Devleti kurmayı” hedeflemiş ve hiçbir zaman bu hedefinden sapmamıştır.” Bu iddianame, HDP’nin İstanbul örgütünde faaliyet gösteren kişilere karşı yazılmış bir iddianamedir. Aynı ibareler Selahattin Demirtaş’ın, Mahmut Alınak’ın iddianamesinde de geçmektedir. Demirtaş da, Alınak da tüm Türkiye’de geçerli olabilecek demokratik bir ortamı istemekten başka bir şey yapmıyorlar. Ancak hiçbir zaman “bölücü” suçlamasından da kurtulamıyorlar.
Türk, Arap ve Fars toplumu kendi geleceği, huzuru ve barışı için Kürt toplumundaki birleştirici toplumsal gücü görmeli, kendi devletinin dikte ettiği “bölücü Kürt” klişesinin içinin ne kadar boş olduğunu görmelidir. Bu aynı zamanda Türk, Arap, Fars ve Kürt topraklarının küresel güçlerin savaş alanı haline gelişine ve devamlılığına da son verecek ana yoldur. Kürtlerin bir statü sahibi olmaları onlara bir şey kaybettirmez. Tam tersine Kürtlerin sahip oldukları(kendi dillerinde konuşabilmeleri vs) olanaklar bu toplumlar için de yeni imkânlar oluşturur ve etno-politik çatışmaların zeminini de kurutarak Ortadoğu’nun demokratikleşmesi yönünde reel bir katkı sağlar.